3 Böcek 1 Çiçek 



Hilton'un günde bilmem kaç kere dönen kapısını o gün dört şöhretli el itecekti. SES mecmuası, müzik dünyamızın sevilen dört şöhretini Hilton’a davet etmişti. Birbirlerine düşman oldukları bile iddia edilen bu şöhretler: Ayla Dikmen, Erol Büyükburç, Berkant ve Durul Gence'ydi.





Randevu saatine daha bir çeyrek varken, Durul Gence her zamanki masum hali ile Hilton'un yumuşak halılarını adımlıyordu. Yanımıza yaklaşırken, «Biliyor musunuz çocuklar? hayatımda ilk olarak bir randevuma erken geliyorum,» dedi. Ceketini çıkardı, yumuşak kauçuk koltuğa gömüldü... Gözlerinin altı şiş şişti. Kucağındaki çizgili ceketini şöyle bir düzeltttikten sonra, elini hafif aşağı sarkan bıyıklarına götürdü. Evden aceleyle çıktığı için düzeltmeye fırsat bulamamış anlaşılan!... Uçlarını kıvırdı, yana doğru yaydı. Bir yandan da önceki gece kulüpte neler olduğunu tatlı tatlı anlatıyordu. Tam o sırada arkasına baktı. Ayla Dikmen sağa, sola selam vererek bize doğru geliyordu. Önce «Merhaba,» dedi. Sonra o da kendini koltuğa bıraktı. Başladı anlatmaya: «Çocuklar o kadar yorgunum ki. Her halde üşüttüm, boğazım çok ağrıyor. Havalara da güven olmuyor ki. Bu akşam belki çalışamam. Aman her neyse, sizler nasılsınız bakalım? Senden ne haber Durul?»





Saatlerimiz 15.30'u çoktan geçtiği halde öteki iki kişiden haber yoktu. Durul ile Ayla'yı baş başa bırakıp onların yollarını gözlemeye başladık. Nihayet Erol Büyükburç uzaktan gözüktü. Ve az sonra da Berkant döner kapıdan aceleci adımlarla içeri girdi. Kadro tamamdı. Müzik dünyamızın dört devi bir araya gelmişti.

Belki aklınıza gelebilir. Dört kişinin bir araya gelmesi o kadar önemli midir?» diye. Evet. Çünkü insan birer şöhret olunca, işleri de başından aşkın oluyor. Radyo programlan, prova, plak doldurmak, reklamlar ve gece kulübündeki günlük iş... Bir de buna turneleri ilave edin... O zaman ne kadar güç bir iş olduğu ortaya çıkar.





Zirveye çıkan her insana söylendiği gibi, Ayla Dikmen, Berkant, Durul Gence ve Erol Büyükburç'un birbirlerine dargın olduklan da sık sık yakıştırılır durur. Onların işleri icabı bir araya gelmemesi de bu yakıştırmayı doğrular, işte biz de bu söylentilerin ne dereceye kadar doğru olduğunu anlamak ve türlü konularda dertleşmek için, onları Hilton'a davet etmiştik. Ama gelin görün ki Erol Büyükburç'un söylediği bir cümle bütün işlerimizi alt üst etti. Erol, Berkant gelir gelmez hemen ayağa kalkmış, «Var mısınız çocuklar? Bahçeye çıkıp felekten bir gün çalalım,» demişti.





Biz daha ağzımızı açamadan hepsi sanki evvelden sözleşmişler gibi, «Tabii, yaşa Erol, aklınla bin yaşa,» deyip hep birden bahçeye fırlamışlardı bile.

Hava da güzel mi güzeldi. Biraz önce yağmur yağdığı için etrafta nefis bir koku vardı. Toprak kokusu. Güneş, insanı yakmıyorsa da, bir hayli terletiyordu. İnsan, hava güzel olursa ve çocuklaşmak istirse ne yapar? Ya kovalamaca, saklambaç oynar, ya birdirbir, ya da güreş tutar değil mi? İşte müzik dünyamızın başta gelen dört ismi de bütün bunları teker teker yaptılar. Ta ki terden sırılsıklam oluncaya, göğüsleri birer körük gibi inip çıkıncaya kadar...





İlk pes eden, yine Erol oldu, «Arkadaşlar yeter. Yeter artık. Yoruldum. Hadi içeri girelim de bir, iki lokma bir şeyler yiyelim,» dedi. Sonra birden Allah razı olsun, biz akima gelmiş olacağız ki, «Ha, sahi biz buraya oyun oynayama değil, fertlerimizi dökmeye gelmiştik galiba,» sözlerini ekledi.

Hep beraber içeri girdik. Sofraya oturduk. Bir taraftan konuşuyoruz bir taraftan da çorbalarımızı içiyorduk. Bu, bir nevi «çorbalı açık oturum» olmuştu! Ve bu garip açık oturumun sonunda, kimin ne istediği ortaya çıktı.



Efendim Erol Büyükburç, popüler bir Türk müziğinin yaratıcısı olmak ve bunu geliştirmek istiyormuş. Ayla Dikmen'in ise böyle bir isteği yok. «Müzik olsun da, ne çeşit olursa olsun,» diyor. Ama, tabii, herkesin sevdiği, yediden yetmişe kadar herkesin dinleyeceği bir şarkıcı. Tek şikayeti ise radyoymuş. Kendisine şans verilmemesinden şikayetçi... Berkant’ın amacı ise bambaşka... Aklı fikri Türkçe sözlü şarkılarda. Adeta buna adamış kendini... Durul Gence’nin gözü ise, öbürlerinden çok çok yükseklerde. Bütün çalışmaları, adını dünya müzik piyasasında duyurmak içinmiş.

«Bir gün elbet başaracağım bunu,» diyor.



Hepsi anlattıkça açılıyor, açıldıkça anlatıyordu. Bir ara Ayla Dikmen'in aklına saate bakmak geldi ve saate bakmasıyla de bir feryat koparması bir oldu: «Eyvah! Çocuklar saat altı olmuş.» Bu kısa cümle ortalığı öyle bir telaşa verdi ki. Herkes eşyalarını toplamaya başlamıştı. Kimi, «Yandım, radyoda programım vardı,» diyor, kimi, «Randevum,» kimi de, «Provam...»

Beş dakika sonra, Hilton’un günde bilmem ne kadar dönen kapısını dört şöhretli el aynı anda itiyordu. Ayrı ayrı geldikleri oteli kol kola terk ediyorlardı. Bunu biraz da, «Bizi çekemeyenler çatlasınlar,» kabilinden yapıyorlardı.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 22. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir