5.Antalya Film Festivali’nde Jürinin Yanlışlıklar Komedyası



Dünyanın her yerinde bir festival tertip edileceği zaman önce bu işten anlayanlar oturup dörtbaşı mamur bir tüzük hazırlarlar. Festivalin şekli, katılacak filmlerin seçimi, bunların değerlendirilmesi gibi konuları, enine boyuna görüşüp kağıda dökerler. Baha Gelenbevi'nin deyimiyle, «Her şeyden yoksun Türk sineması»'nın, kör, topal yürüyen tek festivalinde böyle yeterli bir tüzük yoktu. Festivale ait her şey, her yıl esen rüzgarın rengine ve şekline göre yeniden düzenleniyordu. Ripley'in ünlü, «İster inan, ister inanma» serisine konu olabilecek gariplikteki bu durum daha jürinin ilk toplantısında ortaya «şaheser» bir soru çıkarttı. Düşünün; hazırlığına, dedikodusuna haftalarca önceden başlanan bir festival için ta İstanbul'dan kalkıp gelen jüri üyeleri toplanır toplanmaz, «Yahu sahi biz film seçeceğiz. Onun için toplandık, ama nasıl seçeceğiz?» diye düşünüp taşınmaya başlamışlardı. 13 kişi hemen oracıkta üçe ayrıldı. Orhan Elmas'la Orhan Çağman garip bir oylama usulü üzerinde duruyorlardı. İnsana ister istemez, «Dön baba dönelim!» tekerlemesini hatırlatan bu oylama sistemi şöyleydi:





En iyi filmi seçmek için 13 üye oy verecek ve en çok oyu alan film birinci olacaktı. 13 kişi bu defa ikinci seçilecek film için bir daha oy kullanacaktı. İkinci de seçildi mi, o zaman da üçüncü film için bir daha oylamaya baş vurulacaktı. Jüri üyelerinin büyük çoğunluğu hemen bu fikre karşı çıktılar. Zaten Antalya'da Orhan Elmas, Orhan Çağman, Memduh Ün ve Kadri Yurdatap hep birlikte geziyorlardı. Dr. Alyanak'la Ahmet Üstel'in de bu gruba yakın olduğu söyleniyordu. Üstelik 13 kişilik jürinin 9 üyesi içinde Memduh Ün'le Arşavir Alyanak'ın bulunduğu komite tarafından seçilmişti. Bu durumda iki Orhan'ların teklifine karşı çıkanların aklına hemen şu ihtimal geldi. Bir grup jüri üyesi İstanbul'dan anlaşıp gelmişti. Her derece için yeniden oylama yapıldığı takdirde, o grup bütün dereceleri kendi isteğine göre tayin edebilecekti. Teklife başka bir teklifle mukabele ettiler. film için tek oylama yapılacak ve en çok oyu alan 3 film sırayla ilk üç dereceyi paylaşacaktı. «Şüpheciler» böylece, «Anlaşmış olanların tesiri azalır, bütün oylar tek filme gideceği için ikinci ve üçüncü de bize kalır,» diyorlardı! Konuşmanın burasında Burhan Arpad lafa karıştı...







OYUNA GELEN ARPAD

Burhan Arpad, Türkiye'nin ilk sinema eleştirmecilerinden biriydi. Onun sinema konusundaki çeşitli yazılarını okuyanlar, sinema görüşünü bilenler jüri açıklandığı zaman hayretlerini gizleyememişler ve «Burhan Bey oyuna geldi,» demekten kendilerini alamamışlardı. Her yıl basının yaylım ateşine uğrayan festival komitesi, bu yıl zekice bir davranışla jüriye birkaç sinema eleştiricisi, bir iki de «güçlü rejisör» almak için temasa geçmişti. İstanbul'da, daha işin başında teklif yapanlar da, teklif alanlar da bu «kör kör parmağım gözüne» çift yanlı kurnazlığı fark etmişlerdi. Ne olursa olsun, jüride çoğunluk «karşı tarafta» olacaktı... Bunu düşünenler kendilerine yapılan teklife dudak büküp geçtiler. İçlerinden yalnız Burhan Arpad oyuna geldi ve jüriye katılma teklifini kabul etti. Aslına bakarsanız o da pek oyuna gelmiş sayılmaz ya. İyi, güçlü bir sinema için polemiklerden, tekmeli yumruklu kavgalara kadar mücadelenin her türlüsüne girişmekten kaçınmamış olan Arpad, Antalya'ya bir teklifle gelmişti. «Ödüller için baraj konsun,» deniyordu. Arpad'a göre ilk üç dereceyi paylaşacak film ve sanatçıların 2/3, yarıdan 1 fazla ve 1/3’ten 1 fazla oy toplamaları gerekliydi. Bu sayıda oy toplanmazsa o ödül verilmezdi. Arpad ilk toplantıda da, ikinci toplantıda da bu fikrini inatla savundu, kulis yaptı ve fikrini kabul ettiremeyince istifasını verdiği gibi İstanbul'a döndü. Çağman'la Elmas da istifa edeceklerini, hatta ettiklerini söylemelerine rağmen sonuna kadar jüride kaldılar ve mücadelelerini içeriden yürüttüler.





BİR İSTİFA DİLEKÇESİ...

Arpad iki sayfalık uzun istifa dilekçesinde durumun bir özetini yapıyor ve istifa sebeplerini açıklıyordu. Arpad'a göre, kendisine jüri üyeliği teklif edildiği zaman Dr. Alyanak'a bazı sorular sormuştu. Alyanak ona, «filmlerin puanla değil, oyla değerlendirileceğini ve bunun dışındaki esasların Antalya'da yapılacak toplantıda kararlaştırılacağını,» söylemişti. Antalya'daki toplantıda, bütün esasların İstanbul'da tertip komitesi tarafından önceden kararlaştırılmış olduğunu öğrendiğini ve jürinin protokola aykırı olarak teşekkül ettirildiğini gördüğünü anlatan Arpad'a göre, «8 filmin 9 gün içinde gösterileceği söylenmişken, 3 dokümanter filmin eklenmesiyle, tam 11 film 4 güne sıkıştırılmış ve böylece jürinin «rahat çalışması, salim bir karara varması imkanı ortadan kaldırılmıştı. Baraj usulü kabul edilmemekle de dünyanın bütün sanat jürilerinde uygulanan bir anlayışa aykırı bir yola sapılmıştı.





GÖSTERİLER BAŞLIYOR...

Pazartesi günü film gösterileri Şehir sinemasında başladı. Gösterilerin başlamasıyla birlikte, festival etrafında dönen dedikodular da kulaktan kulağa yayıldıkça yayıldı. İstanbul'dan gelen misafirlere anlatılan Konyaaltı'ndaki söylentilerin en önemlisi Fatma Girik'le Türkan Şoray'a aitti. İddialara göre iki kadın oyuncu da tuvaletlerini hazırlamışlar, bekliyorlardı. İkisi de, «Kazanırsam ödülümü almak için Antalya'ya gelirim,» demişti. Siz şimdi, «Peki ama bunda ne var?» diyeceksiniz. Ne var olur mu? Sönük geçen festivali canlandırmak için Antalya'nın birkaç şöhretli artiste şiddetle ihtiyacı vardı. Onun için, sadece bu söz bile jüri üyelerini manevi baskı altına almaya yeterliydi. İş, Türkan ve Fatma hayranları tarafından öyle usturuplu bir şekilde «tezgahlanmıştı» ki, daha festivalin ilk gününden itibaren (Yani, Hülya Darcan, Zeynep Aksu, Suna Keskin ve Tijen Par'ın oyunları görülmeden) «Fatma mı, Türkan mı?» sorusu jüri üyeleri arasında enine boyuna konuşulur oldu.



8 filmin bazısı Antalya'da daha önceden gösterilmişti. İçlerinden birkaçı da, kış sezonunda İstanbul sinemalarında oynamıştı. Bu bakımdan her festivalde olduğu gibi bunda da jüri üyelerinin bir kısmı, «Ben bu filmi önceden gördüm,» diyerek film seyretmeye gitmediler. Bu arada iki film jüri üyelerini oldukça uğraştırdı. Bunlardan biri «Zilli Nazife» ydi. Sansür, filmin adına itiraz etmiş, bunun üzerine yapımcısı filmin adını, «Balıkçı Güzeli» olarak değiştirmişti. Festivale ise aynı film «Zilli Nazife» adiyle katılmıştı. Sansür bu adda bir filme gösteri izni vermediğini resmen bildirince işler karıştı. Ankara'ya, İstanbul'a telefonlar edildi ve film her şeye rağmen yine «Zilli Nazife» adiyle oynatıldı. «Ölüm Tarlası» filminin ortaya çıkardığı ihtilaf ise «Zilli Nazife»'ninkinden daha da enteresandı. Başta da yetersiz dediğimiz festival tüzüğüne göre festivale ancak bir sezon öncesinin filmleri katılabilirdi. «Ölüm Tarlası» ise bilindiği gibi bir değil, iki sezon öncesinin filmiydi. Her halde işleri fazla olduğu için jüri üyeleri bunun üzerinde fazla durmadılar.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 28. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir