Alev Oraloğlu’nun Tehlikeli Çağı



Üç yıl kadar evveldi. Oraloğlu Tiyatrosu'nda meşhur çocuk piyesi «Pollyanna» oynuyordu. Tabii baş rolde de Alev Oraloğlu... Benim iki küçük kızım vardır. O zamanlar yedi yaşında kadardılar. Bir de onlarla yaşıt amca oğlu, tabii biz büyükler de beraber tam yedi kişi, on beş gün önceden yer ayırtarak bir cumartesi matinesinde tiyatronun en ön sırasını işgal etmiştik.

Oraloğlu Tiyatrosu'nu her halde bilirsiniz. ön sıra ile sahne arasında bir, bir buçuk metre mesafe vardır. Piyesin sonuna doğru Alev rol icabı kötürüm olur. Yatağının yanında koltuk değnekleri. Alev bir ara iradesini kullanarak, değnekleri atıp yürümeye çalışacak. Yürüyebilecek mi, düşecek mi? Bütün seyirciler nefeslerini kesmiş, heyecanla sahneyi takip ederlerken, bizim amca oğlu birden yerinden fırlayıp sahneye dayanarak, avazı çıktığı kadar, «Anne!... Anne!... Düşecek kızcağız!...» diye bağırıp ağlamaya başlamaz mı?



Alev' de o zamanlar nihayet 10 yaşında bir çocuk. Birden vücudumu bir ter bastı. «Eyvah,» dedim. «Şimdi oyun bozulacak.» Fakat hayret, Alev hiç oralı olmadan, bizim amca çocuğunun burnunun dibinde ve onun salonu dolduran feryatları arasında, yürümeye çalışmasını seyircilere sindire sindire başardı.

Geçen hafta, «Anna Frank'ın Hatıra Defteri» nin birinci perdesine çıkmaya hazırlanan Alev Oraloğlu'na bu olayı hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Bir an durup düşündü.

- «Pek hatırlayamadım,» dedi. «Bu gibi olaylar o kadar çok oluyor ki... Ağlayanlar, yerinden kalkıp dışan çıkanlar, hatta sahneye tırmanmaya çalışanlar...»





- «Peki bunlar seni rahatsız etmez mi?»

- «Hayır, katiyen... Ben oynarken, kendimi tamamen piyese veririm. Sahne dışında olanlar beni hiç ilgilendirmez... Durun bir tek şey beni ilgilendirir. Daha doğrusu rahatsız eder. O da fazla alkış. Piyes bitip de, alkıştan perde defalarca açılıp kapanmaya başladı mı, işte o zaman şaşırıyor ve rahatsız oluyorum. Elimi, ayağımı nereye koyacağımı, sahnede nasıl duracağımı bilemiyorum.»

O sırada tiyatro müstahdemi konuştuğumuz müdüriyet odasına mütemadiyen girip çıkıyor, civarımızdaki iskemleleri topluyorlardı. Biraz sonra bizim altımızdaki iskemleleri, hatta telefonda Gelibolu ile konuşan tiyatro müdürü Erdoğan Tuncel'in koltuğunu da aldılar. Masasının kenarına ilişirken, merakla baktığımı gören Erdoğan, «Alev’in oyunları hep böyle oluyor,» diye izahat verdi. «Bekleme yerindeki bütün koltuklar bittikten sonra, gelip soyunma odalarındakileri de alırlar.



En son benim ahundakini de aldıkları zaman, anlarım ki, salonda kıpırdanacak yer kalmamış demektir.»

Alev, 21 temmuz 1954'te doğduğuna göre bugün 14’ünü bitirmek üzere. Bu yaş batı dünyasındaki artistler için «tehlikeli çağ» denilen 13 -18 yıllarının içinde. Sessiz filmin meşhur yıldızı Jackie Coogan'ı, sesli filmin dünya çapındaki çocuk yıldızı Shirley Temple'si, Margaret O'Brien de «tehlikeli çağ» a girerken sanat hayatından çekilmişlerdi. Bence sanat bakımından Alev onlardan hiç de aşağı değil. Acaba aynı yolu tutacak mı?

Lale Oraloğlu, «hayır,» diyor. «Alev çekilmeyecek. Her halde hatırlarsınız. Shirley ve öbürleri yıllarca sonra tekrar sanat hayatına dönmek istedikleri zaman, bir vakitler onlan çılgınca alkışlayan seyirci kendilerini yadırgadı. Eski, büyük şöhretlerine rağmen genç kız olarak tutunamadılar. Kısa zamanda kaybolup gittiler. Alev bu devreyi sahnede tamamlayacak. Seyirci onun büyüyüp geliştiğini, aldığı rollerle görüp takip edecek. Böylece bir yadırgama konusu olmayacak...»





Alev kendini bildiği günden beri sahne hayatının içinde. Annesi çok cepheli bir kadın. Ama daha ziyade artist. Alev «Annem evde rolüne çalışırken, ben de belli etmeden onunla beraber bütün rollerini ezberledim,» diyor. «Sonra kulis hayatı, ilkin oyun diye kabul ettiğim bu sanat hayatına beni kendiliğinden hazırladı. Sonra nasıl oldu bilmem, birincisi Kötü Tohum olmak üzere, sıra ile Karanlığın İçinden, Büyük Babam, Pollyanna, Çocuklar ve Büyükler, Noktacık ve Anna Frank'm Hatıra Defteri'nde oynadım.»

- «Sahne hayatının dışında ne yaparsın?»

- «Bir kere normal okul hayatım var, arkadaşlarım var. En beğendiğim oyun ağaca tırmanmak, koşmaktır. Fırsat buldukça da resim yaparım. Resmi de artistlik kadar seviyorum galiba ki, resme dair Türkçe, Almanca ne kadar kitap bulursam okurum.»



O sırada fotoğrafçı arkadaş Alev’in, annesi ve üvey babası Gürdal Onur ile beraber resimlerini çekiyordu. Baktım üvey baba, kız gayet iyi geçiniyorlar. Her halde bilirsiniz. Alev'in babası Ali Oraloğlu gazetecidir. Ayrılmalarına rağmen Lale ile hala gayet iyi arkadaştır ve her oyunun galasında Lale’yi de, Gürdal'ı da ilk tebrik edenlerden biri o olur.

Alev'e memleket çapında büyük bir artist olduğunun farkında olup olmadığını sorduğum zaman, «Sahnede oynuyorum. Oynamayı seviyorum. Bunu zevkle, isteyerek yapıyorum. Ama büyük müyüm, küçük müyüm, onu hiç düşünmüyorum.»



- «İlk sahneye çıktığın gün heyecanlandın mı?»

- «Hem de nasıl!... Ama annem kızar diye ona hiç bir şey belli etmedim. Sadece bu hissimi, o zamanlar bizimle oynayan Güngör Duracan ablaya anlattım. O bana kuvvet verdi. Beni okşadı, rahatlattı ve bütün oyun boyunca yanımdan ayrılmadı. İlk gün geçtikten sonra da pek zorluğu kalmadı benim için.»

- «Sahne hayatında başından geçen ve hiç unutmadığın olaylar var mı?»



- «Çoook... Ama bir tanesi en müthişidir. Kötü Tohumu oynuyorduk. O zaman da küçüğüm tabii. Perde arasında sıkılmayayım mı? Bir, iki dakikalık bir boşum olsa, çıkıp rahatlayacağım. Ama bütün perde boyunca içerdeyim. Bir ara bütün vücuduma sancılar girdi. Kıpırdayamaz hale geldim. Ne olursa olsun dedim. Hem oynadım hem de başladım bırakmaya. Perdenin sonuna doğru rahatlamıştım. Fakat bütün bacaklarım, çoraplarım sırılsıklam olmuştu. Kimsenin farkına vardığını zannetmem, ama perde kapanınca odama koşmuş, utancımdan dakikalarca ağlamıştım...»



Oraloğlu Tiyatrosu bugünlerde turnede. Kışa biliyorsunuz Oraloğlu tiyatrosu yok. Lale salonunu 150.000 liraya Muzaffer Hepgüler’e devretti. Eylülde o başlayacak.

Lale Oraloğlu, «Ben tanınmış bir iş adamımızla anlaşmış durumdayım,» diyor. «Bu kış, bu kış olmazsa en geç gelecek kış bana Harbiye ile Şişli arasında bir salon yapacaklar. O zamana kadar da kadromu dağıtmadan bir, iki yerde muvakkaten oynayacağım...»

Yani küçüklerin olduğu kadar büyüklerin de sevgilisi olan Alev'i böylece kısa bir müddet için olsa dahi sahneden kaybetmiş olmayacağız. Bu da sanat adına sevinilecek bir şey...

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 17. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir