Balık Adam Kartal Tibet

Şubat ayının son günleri. Daha düne kadar ilkbaharı andıran hava birden soğudu. Akşamdan beri yağan yağmur, sulu kara çevirdi.

‘Florya’dayız… Şiddetli kuzey rüzgârı insanın yüzüne tıpkı bir kamçı gibi çarpıyor; içini donduruyor.

Florya’nın o billur kumlu sahillerinde, yaz aylarında bikini mayolu genç kızların, bronz vücutlu delikanlıların sere serpe uzandıkları o sıcacık kumların üzerinde, şimdi in-cin top oynuyor…





Çok çok uzaklarda, bir balıkadam ayaklarına paletlerini takıyor... «Allah kolaylık versin,» diyerek yaklaşıyoruz. Sırtımızda kalın palto olduğu halde dişlerimizin titremesine mani olamadığımız bir havada denize girmek kolay mı? Ama ne yaparsınız meslek. Rejisörler, prodüktörler, yaz - kış demiyorlar ki. Parayı veriyorlar ve işte adamı böyle soğuk havada bile denize sokuyorlar.

Florya sahillerinde Zeynep Aksu ile birlikte, «Mafia Ölüm Saçıyor» filmini çevirmekte olan balıkadamın (Kartal Tibet) yanına yaklaşıyoruz. «Bu havada denize girmek hiç kolay olmuyor, değil mi?» diye soruyoruz.





Gülümsüyor. Vücudunu sıkı sıkı saran siyah deri elbisesini, deniz dibi gözlüğünü, sualtı tüfeğini ve paletlerini şöyle bir gözden geçiriyor. «Kolay değil tabii,» diyor. «Kolay değil. Ama halimden hiç şikayetçi değilim. Zira ben denizi çok severim. Ama Orhan Günşiray, Nubar Terziyan gibi, yaz-kış her gün denize girecek kadar değil.»

- «Bu sevgi nereden ileri geliyor?»

Yine gülümsüyor. Dalıp gidiyor:





- «Bundan yıllarca önceydi. 1941 yazı.. O zaman henüz üç yaşında bir çocuktum. Annem ve babamla birlikte ilk defa İstanbul'a geliyordum. Haydarpaşa'da trenden indik. Karaköy'e geçecektik. İlk defa denizle işte o gün tanıştım. Ve bir şaşırdım, bir şaşırdım ki sormayın. «Bu ne büyük göl» dediğimi çok iyi hatırlıyorum. Bu sözlerime annemin ve babamın da kahkahalarla güldüğünü...»

Babam, 'Bu göl değil, oğlum,' demişti. 'Deniz bu'...

«Bu deniz denen şeyi çok sevmiştim! O yazdan sonra her yaz ailemin başının etini yedim durdum. Beni İstanbul'a götürün diye...»



«Neymiş o günler» gibilerden başını salladıktan sonra, yerli sinemaya «Karaoğlan» olarak adımını atan Kartal Tibet anlatmaya devam etti:

- «İstanbul'a tamamen yerleştiğim zamana kadar her yaz İstanbul'a gelmeyi, denize girmeyi âdet haline getirmiştim. Benim İstanbul'a yerleşişimin bir sebebi de bu galiba. İstanbul'a tamamen yerleştikten sonra, denizle daha-çok haşır-neşir olmaya başladım. Fakat denizin üzerinden ziyade, altıyla uğraşıyordum. Kendime balıkadam elbisesi, palet, sualtı tüfeği, gözlük, sözün kısası bu iş için ne lâzımsa hepsini aldım. Bu gördüğünüz elbiseler de kendimin.»



- «Denizin altı üstünden daha güzel mi?» diye sorunca hiç düşünmeden cevabı yapıştırdı: «Pek tabiî». Denizin altı başlı başına bir alem... Anlatmakla bitmez. Bu güzelliğin zevkine varabilmek için mutlaka balıkadam olmak azım.»

Filmin rejisörü, «Haydi bakalım çocuklar, iş başına,» deyince, biz de konuşmamızı kesmek zorunda kaldık. Kartal Tibet ve soğuk havada dişlerinin titremesine mani olamayan Zeynep Aksu, ıslak kumların üzerinde iki sevgili rolünü oynarlarken biz paltolarımıza biraz daha sarılmış, ıslak kumlar üzerinde güçlükle yürüyerek geri dönüyorduk.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 11. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir