Cüneyt Arkın Boşanıyor

Cüneyt Arkın’la ilk röportajımı 1964 yılının nisan ayında yapmıştım… O günkü Cüneyt’i hiç unutamam. Heyecanlı, güler yüzlü, saygılı bir gençti… Yerli sinemaya adımını yeni attığı için çekingendi…

Onunla beş, altı röportaj daha yaptım. Şöhretin, servetin kapılarını ardına kadar açmıştı artık. Milyonların sevgilisi, prodüktörlerin ısrarla aradıkları bir jön olmuştu. Heyecanlı, güler yüzlü, çekingen hali hala devam ediyordu.





Fakat evvelki gün şu satırları yazmadan iki saat önce konuştuğum Cüneyt, dört yıl içinde muhtelif defalar karşılaştığım Cüneyt değildi sanki. Boynu bükülmüş, gözlerinin altı çökmüştü. Yüzü gergin, hareketleri sinirliydi. Sık sık derinden derine göğüs geçiriyor, kesik kesik konuşuyordu:

- «Bugüne kadar hep Güler ayrılmayı istedi, ben daima küçülmek, ezilmek pahasına bu isteğe karşı çıktım. Sebebi ise basit: Kızımı anası, babası ayrı bir çocuk olarak büyütmek istemiyordum. Ve açıkça itiraf edeyim Güler'i deliler, çılgınlar gibi seviyordum.





«Ama artık yeter... Şimdi ben de ayrılmak istiyorum. Son olaylar karşısında benim için hayat memat meselesi olan bu kararı almaya mecbur oldum. Biz artistler çok defa kendi hayatımızı yaşayamayız. Davranışlarımızı, yaşantımızı seyircimizin düşünce ve hayallerine göre ayarlarız. Her gün yüzlerce mektup alıyorum. Hepsi: 'Madem bu kadın seni istemiyor, ayrıl, olsun bitsin' diyorlar. İnanın onun karşısında yalvarmamı, ezilmemi yadırgıyorlar, hatta hatta bana kızıyorlar.»

Sigarasından derin bir nefes çekti, tekrar anlatmaya başladı. Tane tane konuşuyordu:





- «Karım ilk defa evini bırakıp gittiği zaman duyduğum acı sonsuzdu. İçimden bir şeyler kopmuştu. Ölecek gibiydim Günlerce aç, biilaç dolaştım durdum. Onun gidebileceği yerler, sokaklar benim evim olmuştu. Bir sokak serserisinden farkım yoktu. Güler'i ve çocuğumu görebilmek için günlerce sokaklarda dolaştım. Sanki bir boşluk içindeydim. Hele evladımın yüzü gözlerimin önüne gelince çıldıracak gibi oluyordum.

«Bir gün kapım çalındı. Heyecanlandım. Güler mi gelmişti acaba? Yavrumda kucağında mıydı?... Her ayak her zil sesi onunmuş gibi kapıya koşuyordum.





«Gelen küçük bir çocuktu. Yoksul, cılız, sapsarı bir şey. İçeri aldım. Annesi, babası ayrılınca dünyada yapayalnız kalmıştı. Annesi başka bir erkekle evlenip bu masumu terk etmişti... Şimdi sokaklarda sürünüyordu. Annesinden de, babasından da nefret ediyordu. Gene kızım geldi gözümün önüne. Ya o da böyle olur, böyle düşünürse diye düşündüm.

«Akşam işi gücü yarıda kesip şerefimi ayaklar altına alıp doğruca Güler'e gittim, yalvardım, yakardım ve barıştık. Hatta ağladım da... İtiraf edeyim, Güler ağlamamdan zevk duydu. Kendini benim karşımda büyük hissetti. Ben ise her zaman olduğu gibi gene küçüldüm, ezildim. Olsun... Yavruma, yuvama kavuştum ya...



«Karım, benim tıpkı ikinci bir çocuğum gibiydi. Biri büyük, biri küçük iki kızım vardı sanki! Bir gece dans ediyorduk. Bana: 'Neden bunca ısrarla beni istedin?' diye sordu. 'Oysa senin imkanların?!...' Karım haklıydı. Elimi sallasam ellisi, saçımı sallasam tellisi gelirdi ama, ben onu seviyordum. Meteliksiz, öğrencilik günlerimin Güler'ine deliler gibi aşıktım...

«Bu konuşmasından karımın bir aşağılık kompleksiyle kavrulduğunu anladım. Demek saadetimizi bu kompleks yıkıyordu. Karım, Güler'im benim şöhretimi, başarımı hazmedemiyordu...»





«Olaylar herkesin malumu... Onlara yeniden değinmek istemiyorum. Karım gene yok, çocuğum gene yok ve ben yine yapayalnızım. Tıpkı kuşlar gibi... Karım sevildiğini, sayıldığını bildiği halde neden beni, yuvasını terk eder, haftanın dört gününü annesinin evinde geçirir ve beni yalnız bırakmaktan zevk alır, bilmiyorum. Ama bu durumun ona gurur verdiğini çok iyi anlıyorum.

«Her şeye rağmen karımın mutlu olmasını arzuluyorum. Onun mutluluğu bensiz olmaksa, buna razıyım.»



Cüneyt'in gözlerinde ilk defa yaş vardı. 'Sabah çalışırken gözüme ilaç koymuştum. Ondan sulanıyor' dedi ama, Ağlıyordu. Gözlerini benden kaçırarak, alnını ellerinin arasında sıkmak istiyormuş gibi yaparak ağlıyordu.

- «Biz birbirimize çok büyük kötülük ettik,» diye yeniden konulmaya başladı. «Dünyanın en büyük aşkını yıktık. Gençlik günlerinde bir yemin etmiştik: 'Savgımız azalınca birbirimizi öldürelim' diye... Şimdi bütün bunlara ikimiz de gülüp geçiyoruz. Birbirimize yardım etmeyi, affetmeyi, şefkati unuttuk.



«Kısacası, ayrılmak şart oldu artık bize. Zaten iki yıldan beri Güler de bunun böyle olmasını istiyordu. Madem ki onu seviyorum, arzularına itaat etmeye mecburum.»

Cüneyt'le Duru Film'in yazıhanesinde konuştuk. Ayrılırken arkasını bize dönmüş duvardaki afişlerine bakıyordu. Aslında afişlere bakmıyor, gözlerinde biriken yaşları bana, bir gazeteciye göstermek istemiyordu...

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 8. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir