Ediz Hun Bir Günde İki İşte Çalışıyor



Alyon sokağında sabahın serin sisleri, Kahveci Ata'nın tavşan kanı çayı «film artizleri» ne koşturan çırağının seslerine karışıyordu. film ekibi Zonguldak'a gidecekti. «Kadın Asla Unutmaz» filminde Hülya Koçyiğit, Selma Güneri ve Ahmet Mekin'le oynayan Ediz Hun, hepsinden önce gelmiş, film yazıhanesiyle karşı karşıya olan kahvehanenin sarmaşık çardağı altına bir iskemle atıp oturmuştu. Mavi «Corvair» arabası birkaç adım ötede duruyordu. Demli çayını içerken boyacı Ali'ye siyah pabuçlarını boyatıyor, sabah gazetelerine göz atıyordu. Biraz sonra Ahmet Mekin, daha sonra Selma Güneri göründü. En sonunda Hülya Koçyiğit «kafile» ye katıldı. Rejisör Orhan Aksoy, yazıhaneden indi. Bir kısım oyuncu ve teknisyenler kameracı İlhan Arakon'un lacivert arabasına, bir kısmı Ediz'in otomobiline bindi. Işıkçılar, set işçileri de bir minibüse atladı. Ekip Zonguldak yoluna düştü. Bazen tozlu yollarda, bazen temiz asfaltlarda gittiler, dere - tepe düz gittiler, bir de baktılar ki «Şehr-i Zonguldak» a ulaşmışlar. Günün yorgunluğu, otel, banyo, imzalı fotoğraf, çalışılacak yer tesbiti filan derken o gece bir yere adım atmadan, sanki ertesi gün futbol maçına çıkacak futbol takımı imiş gibi odalarına çekilip erkenden başlarım yastığa vurdular.





Zonguldak'ta gezmeye başlayınca anladılar ki burası İsveç «fiyord» larına benzeyen derin körfezlere, İsviçre göllerine, Alp dağlarına, Capri'ye ve daha nice güzel Frenk diyarlarına taş çıkartacak güzellikte bir diyar-ı cennettir!

Ediz Hun, rejisör Orhan Aksoy'a,«Aman bu renkli filmi burada çekmemiz çok iyi oldu. Bu kadar güzel rengi dünyanın başka yerinde bulamayız!» diyor, Ahmet Mekin, Küçükçekmece Gölü kenarındaki evinden kalkıp buralara gelmiş olduğu için, «Sahiden güzel. Neredeyse İstanbul'dan daha cazibeli diyeceğim geliyor,» diyordu. Selma Güneri, güzel sesiyle bülbüller gibi şakıyor, Hülya Koçyiğit, elindeki yüzüğe bakıp «Sultan Selim» ini düşünüyordu.





Öğle yemeğini yerken Ediz Hun'a telefon geldi, «Sizi Zonguldak maden ocaklarında, kendi aramızda görmek istiyoruz, gelir misiniz?»

- «Yarın sabah, film çalışmasından vakit ayırabilirsem sevinerek gelirim.»

Ertesi sabah, otelden Ediz'i aldılar. Öğleye kadar ocakları gezer, hatta çalışabilirdi. Bu ilgi çekici geziye Semih Sezerli de katıldı. Onları Ereğli Kömürleri İşletmesi Çaydamar Bölümü'nde maden mühendisi Hayati Özkovancı karşıladı. Üçüncü ocağı gezeceklerdi. Kafileye maden mühendisi Coşkun Aydın ile İsmail Sucukcu da katıldı. Saat 9'da «ocak turnesi» başladı. Deniz yüzünden 20 metre yükseklikteydiler. Madenci elbiseleri, başlıklarını Ediz ile Semih'e giydirdiler. Başlarında ve omuzlarında aydınlatıcı lambalarla bir asansöre binip yer altında 100 metre aşağıya indiler. Motor garajı, ambar ve ahırları gördü. Üçüncü ocağın «istihsal panoları» nda kazma ile kömür çıkardı.





- «Çok zevkli bir iş... Kendi kazmamla çıkardığım bu ufak kömürü izin verirseniz hatıra olarak alıp evime götüreceğim.» dedi.

- «Hay hay, memnuniyetle!» dediler! Ediz «kömürünü» aldı. Bir saat maden mühendisi gibi yeraltında dolaştı. Yer üstüne çıktığı zaman «yeraltında dünya var» dedi. Gözleri kamaşmıştı. Dünyanın güzelliklerini yeniden keşfediyormuş gibiydi.

İki gün önce böyle «maden mühendisi» olan Ediz Hun'u iki gün sonra Bomonti'deki bir pavyonda Vasfi Uçaroğlu orkestrasında «borazan» çalarken görmeyeyim mi? Beni görünce ayağa kalktı:





- «Sorma başıma gelenleri! İki filmi aynı anda çeviriyorum. Biraz önce 'Kadın Asla Unutmaz'da çalıştım, şimdi de görüyorsun bu 'Yuvana Dön Baba' isimli filmdeyim. Birinde bıyıklıyım, diğerinde bıyıksız. 'Kadın Asla Unutmaz' a maden sahneleri koyacağız. Bu filmde de 'trompetçi' oldum. Borazancı yani... Müzik bilgime güvenip borazan çalıyorum. Eh, sinema oyuncusu olunca her boyaya boyanacaksın. Rejisör Aram Gülyüz böyle yazmış, biz de bu rolü oynuyoruz. Kaderde borazancı olmak da varmış!»

Baktım, sol elinin yüzük parmağında bir altın halka var!

- «Kiminle evlendin? Eski sevdaları bir anda silip Sema Özcan'la mı?» diye sordum.





- «Valla hayalleri, hülyaları çöp sepetine attım. Sema Özcan'a gelince... Bence dünyanın en güzel kızı, en iyi kızı. Ama bu yüzük onun yüzüğü değil. Figen Say'la evlendim. Onun yüzüğü!» demez mi? Az sonra iş anlaşıldı. Meğer Figen'le film icabı evlenmiş.

Figen say - rol icabı - şarkı söylemeye başlayınca Ediz Hun trompetini üflemeye başladı. Biz de film setinden yavaş yavaş ayrılıyorduk. Şantör Berkant orkestrada «Samanyolu» şarkısın» söylüyor, Figen Say'a «eşlik» ediyordu. Ediz Hun'un «trompet solo» su harikaydı. Zira, «çalar gibi yapan» Ediz Hun'un yerine arkasında oturan Vasfi Uçaroğlu orkestrasının trompetçisi Erol Sıdai trompetini sahiden üflüyordu. Ediz Hun, bu filmden sonra Beyrut'a, Lübnan'a uçtu ve yeni bir karaktere daha girdi.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 29. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir