Erol Taş’ı Deli Sandılar



Her Şey bir iddia ile başladı... Fatih’te eski bir konakta, o gün gene filmciler çalışıyordu. Yılmaz Güney, Erol Taş, Nurhan Aksoy ve Ses 1958 finalisti Seyyal Taner'in paylaştığı «Aslanbey» için.

Öğle paydosu verilmiş, artistler bir yanda, ışıkçılar, set işçileri bir yanda, hem sohbet ediyorlar, hem de bir - iki lokma bir şeyler yiyorlardı. Erol Taş, filmde eski bir Rus generalini canlandırıyordu. Belinde tabanca ve kılıç vardı. Omuzlarının her iki yanından sarkan ucu püsküllü apoletleri ve göğsünü kaplayan irili ufaklı bir sürü madalya yemeğe her uzanışta şıngır, şıngır sallanıyordu. Bir ara, Erol Taş üzerindeki elbiselere şöyle bir baktıktan sonra gülümsedi. Sonra laf olsun diye, «İnsan sokakta böyle dolaşırsa, onu deli zannederler zahir,» deyince, Yılmaz Güney kıs kıs gülerek yanma yaklaştı: «Ağam İstanbul'un en kalabalık sokaklarında, caddelerinde bu kıyafetinle dolaşırsan, halkın arasına karışırsan, yarın akşam sana Boğaz'da bir ziyafet,» dedi.





Erol bir an düşündü. Neden olmasındı. Nihayet bu bir iddia idi. İşin ucunda da yemek vardı. Sonra sürse sürse 1 saat sürerdi...

Yılmaz'ın öne sürdüğü teklif karşısında, hemen set iki kısma ayrılmıştı. Yılmaz Güney, Seyyal Taner ve ışıkçılar grubu, «Katiyen Erol Taş bu kıyafetle sokaklarda dolaşamaz,» diyorlardı. Bu sırada Erol’ un ağzından nasıl olduysa oldu ve, «Kim demiş dolaşamaz,» lafı çıkıverdi... Bir alkış bir alkış. Sonrası mı, Erol kendini bir anda Mercedes'inin içinde buluverdi...





Fatih’ten kalkan Mercedes, Unkapanı istikametine yollandı. Köprü üzerinde otomobilini iyice sağa çekip atladı. Ve gelip geçenlerin arasına katılıverdi.

Onu görenler şaşırıp kalıyorlar, otomobillerden başlar uzanıyor, yayalar dönüp dönüp ona bakıyorlardı. Kimdi bu adam? Neyin nesiydi?... Erol Taş gayet rahat, gayet sakin, sanki normal kıyafetiyle bir pazar gezintisine çıkmış gibiydi. Hiç istifini bozmuyordu. İçlerinde, «Meczup mu ne? Bu kılıkta dolaşılır mı?» diyenler bile vardı.





«Deli...» diyenlere Erol gülümsüyor, hatta selam veriyor, onlarla konuşuyordu. Bu arada simitçiden simit aldı. Sonra yanından geçen atlı araba sürücüsünün yanma atladı. Arabacı ilk önce korktu, şaşırdı, sonra Erol Taş'ı tanıdı. «Erol abi korkuttun beni, film mi çeviriyorsunuz?» diye sordu. Erol gülerek, «Onun gibi bir şey, bu film başka film,» diye cevap verdi. Sonra ver elini Galata köprüsü! Otomobille köprüye giderken, «Oğlum Erol bu bahsi kazanıyorsun galiba,» diye söyleniyordu.





Galata Köprüsünde üç beş satıcı çocuk onun peşine takıldı. «Erol Taş'a bakınız top tüfek atınız!...» diye başladılar bağırmaya. O, bu hale için için gülüyor, arabalardan başlar uzanıyor, yayalar gene dönüp dönüp bakıyorlardı. Ama o aldırmıyordu. İşin sonunda yemek vardı.

Erol Fatih'teki film setine gelince, eski konağın kapısında bir kıyamettir koptu. «Aşkolsun dediğini yaptın» diyenler çoğunluktaydı. Yılmaz Güney de kapıya çıkmıştı. «Ziyafeti hakettin Erol,» derken, Erol: «Gel de sen bunu bir de bana sor,» diye mırıldanıyordu.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 23. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir