Genç Şarkıcı Alpay’ın Yalanı Ortaya Çıktı

AIpay bundan bir ay kadar önce İspanya’ya hareket ederken, kendisiyle konuşan SES muhabirine, «Müziğine hay ran olduğum bir ülkeye gidiyorum,» dedikten sonra, şunları ilave etmişti: «Madrit’te tanıdıklarım var. Onların yanında kalacağım. Orada tanıdıklarımın sayesinde bir şeyler yapabileceğimi umuyorum. Her halde en azından bir, iki plak doldurmuş olarak memlekete dönerim. Plak doldurmasam bile, müzik bilgimi, müzik kültürümü daha da geliştirmiş olarak dönerim ki, bu da benim için bir kazanç olur.»



Evet, ünlü şarkıcı Alpay, Haziran ayının ilk haftası içinde İspanya'ya gitti. 20 günden fazla bir süre Madrit'te kaldı. Orada bol bol gezdi, tozdu. Tabii bu arada gece kulüplerini, plak stüdyolarını ziyaret etmeyi de ihmal etmedi. Gezmeyi ihmal etmediği yerlerden biri de fotoğraf stüdyolarıydı. Stüdyo sahipleri, sık sık gelip bol masraflı siparişler veren bu yanık tenli, yakışıklı esmer adamı hayretle dinliyor, o gittikten sonra da ellerini oğuşturarak isteklerini yerine getirmek için çalışmaya koyuluyorlardı. Adamlar nasıl sevinmesin, Alpay Türkiye'ye döndükten sonra yakınlarına İspanya'da sırf fotoğraf için 130 dolar (1300 lira) para ödediğini söyleyerek, dert yanacaktı.





Sayılı günler geçer... Gece kulüpleri, tarihi yerler, enteresan köşeler falan derken Alpay'ın da Madrit'teki ikameti sona ermişti. Genç şarkıcı temmuz ayının ilk haftası içinde İstanbul'a döndü ve Ispanya'dan getirdiklerini piyasaya sürdü. Alpay yirmi günden fazla kaldığı İspanya'dan getire getire ne getirmişti, biliyor musunuz? Sadece ve sadece 4 fotoğraf. Evet, yanlış duymadınız. Gelenler, sadece Alpay'ı arenada boğa güreşi yaparken gösteren dört fotoğraftan ibaretti.

Durun, biraz yanlış yaptık. Sadece dört fotoğraf gelmemişti Ispanya'dan. Bunların yanında gayet iyi «düzenlenmiş» bir de hikaye vardı.



«Hikaye» şöyle başlıyordu: Efendim, Alpay İspanya'dayken bir arkadaşı parti vermiş... E, parti bu... Yetmiş çeşit adam bulunur davetliler arasında. İşte o partinin davetlilerinden biri de Sinyor Rafael'miş. Allah artırsın, Sinyor, milyonlarının sayısını şaşıracak kadar zengin bir adammış. «E, bunda ne var?» demeyin, hikayenin gerisini dinleyin. Sinyor Rafael, Alpay'ı çok beğenmiş, hele onun ünlü bir şarkıcı olduğunu öğrenince sevinci bir kat daha artmış ve onu, yeni yaptırdığı evine davet etmiş. İsterseniz bundan sonrasını Alpay'dan dinleyelim:





- «Rafael yeni yaptırdığı evinde küçük bir de Arena varmış. Ben de oldum olası boğa güreşini merak ederim. Kendi kendime Daveti kabul edeyim, bu sayede nicedir merak ettiğim boğa güreşi hakkında da etraflı bilgi edinirim,» dedim. Davet edilen gün erkenden Aranjuez'e doğru yola çıktık. Söylemeyi unuttum, Sinyor Rafael, son derece kibar bir adam. Bizi kapıda karşıladı ve köşkünü kendi evimiz bilmemizi rica etti. Biraz oturduk, dinlendik. Tabii bu arada şundan, bundan konuştuk.. Bu arada ben boğa güreşine olan ilgimi söylemiş olmalıyım ki, Rafael bizi Arenaya davet etti. Kalktık, gittik. Ben arenada mükemmel bir sürprizle karşılaştım. Sinyor Rafael haftanın belirli günlerinde özel 'boğa güreşi partileri' yaparmış. O gün de böyle bir parti verilmiyor muymuş? Hani, «Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz,» derler ya... İşte, fırsat ayağıma gelmişti. Hemen 'Ben de arenaya çıkabilir miyim?' diye birden sordum. Birden şaşırdılar. 'Olur mu, daha önce hiç çıkmış mıydınız?' diye başlayıp bir sürü soru sordular ve sonunda, benim kararlı olduğumu görünce çaresiz, «peki» demek zorunda kaldılar.



Alpay'ın buraya kadar anlattıklarına hiç bir itirazımız yok. Hepsi, olabilecek cinsten olaylar. Gerçekten bir partide Alpay, evinde arena olan bir İspanyol zenginiyle karşılaşmış olabilir, o zengin evinde boğa güreşi partileri tertipleyebilir, bunlardan birine, partide tanıştığı genç şarkıcıyı davet etmiş olabilir... Ammaaaa? Evet, «hikaye» nin bundan sonrası için yukarıdaki şeyleri söylemek biraz güç olacak. Evet, «hikaye» yi Alpay'dan dinlemeye devam edelim:





- «Boğa güreşini kitaplardan çok okumuştum. Memleketteyken boğa güreşleriyle ilgili filmleri de defalarca seyretmiştim. Neyse, uzatmayayım. Sonunda arenaya çıktım. Daha doğrusu «çıktık». Çünkü, arenada yanımda getirdiğim özel fotoğrafçımla, tecrübeli bir profesyonel matador daha vardı. Tam ben bu olayın Türk müzikseverleri için ne enteresan olduğunu düşüne durayım, karşıma simsiyah boğayı salıvermezler mi? Evet boğa daha yavru, normal, bizim resimlerde gördüğümüz boğaların yarısı kadar, ama ne de olsa boğa işte, ötesi var mı? Sırtımdan aşağıya soğuk soğuk terler akmaya başladı. Bir an ne yapacağıma karar veremeden öylece kaldım. O sırada boğa da tam karşıma geçmiş, gözlerini hiddetle elimdeki kırmızı şala dikmiş, ayağıyla toprağı kazıyordu.



Ben hemen elimle şalı sağa, sola sallamaya başladım. Allah'tan, boğanın derdi benle değil, elimdeki kırmızı şalla. O yüzden ben şalı vücudumdan uzak tutarak sallıyordum. Boğacık da bir o tarafa, bir bu tarafa hamle edip duruyordu. Sonunda göz ucuyla baktığım foto muhabiri «Tamam» manasına gelecek bir işaret yaptı. Ben de yan taraftaki matadora işaret edip arenadan çıktım.»

Alpay bunları anlatırken biz de biraz önce önümüze yaydığı fotoğraflara bakıyorduk. İlk bakışta gerçekten harika fotoğraflar. Elinde şalıyla, arenada, boğa karşısında «Matador Alpay»! Yalnız fotoğraflarda, ilk bakışta değil de, üçüncü, beşinci bakışta anlaşılabilen bir «garip»lik vardı! Vardı ama ne? Fotoğrafçılık bizim bilgimizin, ihtisasımızın dışında olduğu için bunu anlayamıyorduk. Biraz sonra fotoğrafları yanımıza alarak Alpay'ın yanından ayrıldık.



İdarehanemizde, SES'in fotoğraf uzmanları hemen fotoğrafları inceden inceye tetkik etmeye başladılar... Sonunda uzmanlar aynı kanıda birleşmişlerdi. Bu fotoğraflar, yani Alpay'ın İspanya'dan getirdiği fotoğraflar, çok mahirane yapılmış birer FOTOMONTAJDAN başka bir şey değildi. Buna göre Alpay, İspanya'da ne arenaya çıkmıştı, ne de boğa güreşi yapmıştı.

Uzmanların verdiği rapora göre bu sayfada gördüğünüz resimler «Back Ground» adı verilen bir sistemle «imal» edilmiştir. Hani, bazı lunaparklarda baş yeri boş bırakılmış bazı panolar vardır. Bunların ardına geçip poz verince matador, futbolcu, dansör falan olursunuz ya, işte bu Back - Ground sistemi de bunun biraz geliştirilmiş bir şekli... Üstelik bu sistem bilhassa filmlerde kullanıla kullanıla çok mükemmel bir hale geldi. Önde poz verecek adam durur, arkada istenen şeyin filmi veya resmi olur, ikisi de tek objektifte birleşince, ortaya nasıl bir resim isteniyorsa o çıkar.

Resimlerde Alpay'ın yüzündeki siyah çizgiler, burna düşen muntazam stüdyo ışıkları da bu sözlerimizi teyit eden delillerdir. İşte Alpay'ın yaptığı da bundan başka bir şey değildir ve Alpay, Türkiye'de «Foto montaj» fotoğrafla, gerçek fotoğrafı ayırt edebilecek fotoğraf uzmanlarının bulunabileceğini unutmuştur.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 31. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir