Gina Lollobrigida Türkiye’yi Gelişi ile Salladı



İtalyan yıldızı Gina Lollobrigida, 4 Temmuz günü kırk bir yaşına basacak. Ömrünün yarısından fazlasını kamera karşısında geçirmiş olan ünlü sanatçı, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki yıllarda Italyan sinemasının cinsi cazibe kraliçeliğini Sophia Loren ile paylaşıyordu. O günlerin üzerinden tam yirmi yıl geçti. Şüphesiz bugün de İtalyan sinemasında bir Gina Lollobrigida var... Hatta İtalyan sinemasında değil, dünya sinemasında da... Eskisi kadar sık olmamakla beraber yine film çeviriyor. Eskisi kadar olmamakla beraber yine adından sık sık bahsettiriyor. Fakat bütün bunlara rağmen Gina efsanesinin yıkıldığı, eski önemini kaybettiği, yıldızının oldukça söndüğü de bir gerçek.





Yıldıza karşıdan bakanlar, onun kırk yaşını aşmış olabileceğini akıllarına getiremezler, ama Gina, tipi itibariyle genç kız rollerine çıkamıyor. Orta yaşlı kadın rollerini de bir türlü benimseyemediği için çoğu kere film çevirmeden, tipine, yaşına uygun bir rol beklemek, bu arada uluslararası film festivallerinde görünüp adından bahsettirmekle yetiniyor...





Gina Lollobrigida, ilk filmini 1946 yılında çevirmişti. Meslektaşı ve en tehlikeli rakibesi Sophia gibi o da fakir bir ailenin kızıydı. Sinemaya güzellik müsabakaları ve mankenlik yaparak geçmişti. İtalyan sinemasının ünlü yöneticilerinden Vittorio de Sica, Gina'nın günün birinde sinema dünyasını yerinden oynatacağını sezmiş ve onu kontratla kendi şirketine bağlamak istemişti. Fakat Gina'nın şöhrete ulaşmasını sağlayan film, bir Italyan filmi değil de Fransız filmi oldu. 1951'de Fransa' da çevirdiği «Fanfan La Tulipe» isimli filmdeki açık sahneler, Gina'nın birinci sınıf yıldızlar arasına girmesini sağladı. Yine 1953'te Fransa'da çevirdiği «Le Belies de Nuit» (Gecenin Kadınları) isimli film ise, Gina'nın şöhret basamaklarını süratle tırmanmasını sağladı. 1953'te çevirdiği «Rain, Amour Et Fantasie» (Ekmek, Aşk Ve Fantazi) isimli film ise onu dünya sinemasının cinsi cazibe kraliçesi yaptı. Bir yıl sonra da dünya sinemasında Gina'nın adını duymayan kalmadı. «Pain, Amour Et Jaiousie» (Ekmek, Aşk Ve Kıskançlık), «Romalı Kadın», filmleri her gösterildiği yerde hasılat rekorları kırdı.





Artık Gina'nın saç modeli, giyimi, hareketleri genç kızlar için bir moda rehberi olmuştu. Her lafın arasına mutlaka bir «Gina» kelimesi sıkıştırılıyordu. Sözün kısası bütün dünya Gina Lollobrigida'nın şöhretiyle çalkalanıyordu. Bu arada ismi duyulmaya başlayan Sophia Loren ile Gina arasında bir de rekabet yaratılınca, Gina'nın filmleri dünyanın en iyi iş yapan filmleri arasına girdi.

Gina, Sophia'ya göre daha şanslı sayılırdı. Genç kadın Milko Skofic adında yakışıklı bir Yugoslav doktoruyla evliydi. Karı - koca çok mutlu olduklarını herkese göstermek için ellerinden gelen gayreti gösteriyorladı. Milko Skofic, mesleğini bir kenara bırakmış, karısının menajerliğini üzerine almıştı.





1957 yılında bu mutlu çiftin bir de oğlu dünyaya gelince Gina, Sophia'ya karşı büyük bir zafer daha kazanmış oldu. Sophia evli bir erkeğe aşıktı. İtalyan kanunları genç kadının peşini bırakmıyordu. Buna karşılık Gina mutlu bir yuvanın sahibesiydi ve üstelik bir de çocuğu olmuştu.

Bir ara Milko Skofic'in İtalya'dan uzaklaşması gerekince Gina, kendi vatanını inkar etmeyi göze alarak Kanada'ya göç etmeyi tasarladı. Karı - koca Skofic'ler önce Hollywood'a gittiler. Oradan da Kanada'ya geçip Kanada tabiiyetine gireceklerdi. Bu arada Gina, Frank Sinatra ile bir film çevirmek için Hollywood ziyaretini uzatmayı kararlaştırdı. Milko Skofic ile arasındaki ilk ihtilaflar da işte bu Hollywood ziyareti sırasında başladı. Milko, Bay Gina Lollobrigida olmaktan bıkmışa benziyordu. Kendine bir iş bulup hayatına bir çekidüzen vermenin zamanı gelmişti!...





Skofic'ler Kanada'ya yerleşmekten vaz geçip İtalya'ya döndükten sonra genç doktor, kara, ını karısına da açıkladı. Gina, Milko'nun onu yalnız bırakmak istemesine üzülmüştü, ama bir taraftan kocasına da hak vermiyor değildi hani.

Milko, İtalya'da bir yayınevi kurduktan sonra karı - kocanın arasındaki bağlar da çözülmeye başladı. Gina film çevirmek için durmadan ülke ülke dolaşıyordu. Milko da yayınevinin işleri için dolaşmak zorundaydı. Çoğu zaman Gina İtalya'dayken, Milko başka yerde oluyordu. Tabii bu durumda olan küçük Milko'ya oldu. Çocukcağız, Roma'daki muhteşem villada dadı ve hizmetçilerle adeta bir sürgün hayatı yaşıyordu. Annesinin de, babasının da yüzünü doğru dürüst göremez olmuştu.





Nihayet Gina hakkında da, Milko hakkında da çeşitli dedikodular dünya basınında yayınlanmaya başladı. Gazeteciler, Gina'nın Rock Hudson, Frank Sinatra gibi rol arkadaşlarıyla fazla sıkı fıkı dost olduğunu belirtirlerken, Milko'nun da yeni sevgililer peşinde koştuğunu ima ediyorlardı. Bir kere çözülmeye başlayan bağları bir daha kuvvetlendirmek mümkün olmamış, karı - koca aralarında anlaşıp boşanmışlardı. Tabii Italyan kanunları onları hala evli addediyordu, ama karı - kocanın bir daha aynı çatı altında yaşamaya hiç niyetleri yoktu.



Geçenlerde İstanbul'a gelen Gina Lollobrigida ile, 1950 yıllarının ünlü Gina'sı arasında çok büyük farklar bulunduğunu kabul etmek gerekiyor. Eski Gina, özel hayatında mutluluğun zirvesine erişmiş, filmcilerin hepsinin el üstünde tuttukları ünlü bir yıldızdı. Bugünkü Gina da ünlü bir yıldız, ama filmciler onu pek el üstünde tutmuyorlar. Özel hayatının ise pek mutlu olduğu söylenemez. Yalnızlığım oğluyla, yakın dostlarıyla unutmaya çalışan, içinde kopan fırtınaları tebessümleriyle gizlemeye uğraşan bedbaht bir kadın. Onun için de çevresindekilere yardım edebilmek ve bununla avunmak için çırpınıyor. Bugün çevirdiği filmler de onun yerinde herhangi bir artistin rahatça çevirebileceği ikinci sınıf macera fil imleridir. Eski Gina'nın yerinde maalesef yeller esiyor.



Gina tekrar eskiden olduğu gibi güçlü filmlerde oynayacak mı? Bu doğrusu çok zor bir soru. Lollobrigida bunun böyle olmasını canı yürekten arzuluyor tabii.. Her fırsattan da istifade ediyor. İstanbul'da olduğu gibi, her gittiği yerde, ikinci sınıf yıldızların yaptığı gibi, basına görünmek için hiçbir şeyi esirgemiyor... Ama, sinema severlerin ilgiyle seyredeceği büyük filmler yaratmak için sadece reklam kafi değil ki...

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 27. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir