Hülya Koçyiğit ve Selim Soydan Balayından Döndü

«6 Temmuz günü İstanbul’dan ayrıldık. Tam 18 gün… Roma, Barselona, Palma, Madrit, Paris, Cenevre, Nis, tekrar Roma, Atina ve İstanbul… Bu seyahat hem çok iyi, hem de çok faydalı oldu bizler için. Birbirimizi daha yakından, daha iyi tanıdık. Üstelik benim için bu seyahatin çok başka bir manası vardı. Avrupa’ya ilk defa gidiyordum. Selim içinse Avrupa adeta komşu kapısı olmuş. Gezmediği, bilmediği yer yok gibi bir şey. Bu bakımdan ben ilk seyahatime çok avantajlı başladım. Yanımda Avrupa’yı iyi bilen birisi vardı, üstelik bu «birisi» benim nikahlı kocamdı.





«Avrupa’ya ait neler anlatayım. O kadar çok ki... Yann sabah filme başlıyorum, bu bakımdan dönmek zorunda kaldık. Eğer böyle bir mecburiyet olmasaydı «balayı» mızı daha 10 -15 gün uzatırdık. isterseniz işe yemeklerden başlayalım. Buradan giderken Selimciğime söylemiyordum, ama en çok yemek meselesini düşünüyordum. Hiç bilmediğim, alışmadığım yemekler yiyecektik, işin aslı hiç de öyle değilmiş... Hiç bir gün sofradan aç kalktığımı hatırlamıyorum. En çok İspanyol yemeklerini beğendim. Selim oldum bittim makarnacı. Hayatımda makarnayı onun kadar çok seven birini görmedim desem yeri... Taa, Cenevre'den eve mektup yazdı. Eve döndüğü gün yiyeceği yemeğin listesini verdi. Şimdi Suadiye’deki evimizde balıkla makarna yiyeceğiz. Anlattıklarıma bakıp herhalde tahmin edersiniz. Selim İtalya'da vaktinin çoğunu sofra başında geçirdi.





«Paris'e gidilir de Eyfel kulesine çıkılmaz olur mu? Biz de her turist gibi Eyfel'e çıktık. Ama Avrupa'ya ilk defa çıkan her turist gibi İspanya'da boğa güreşi seyredemedik. Şansımız yokmuş, biz oradayken hiç boğa güreşi yapılmadı.

«Palma’da bol bol denize girdik, ama maalesef güneşten faydalanamadık. Yann renkli filme başlayacağım, güneş yanığı da hiç bir şeye benzemiyor, patla falan gitmiyor. Onun için «abdestsiz namaz kılan bektaşi» gibi güneşte yanmadan denize girdik.





«Nis'te festival vardı. Ah o festival. Allahaşkına gülme Selim... N’olursun gülme. O festival az işler açmadı başımıza. Nis’te hayatımda ilk defa bir «festival kervanı» gördüm. Aman Allah, o ne kalabalık, o ne ihtişam... Kervan geçerken herkes konfeti atıyor. Ben de ağzım açık, bir sağa, bir sola bakıyordum. Birden ağzıma bir şeylerin dolduğunu hissetmeyeyim mi? Meğer ben öyle bakarken bir kadın elindeki konfetiyi bana doğru atmış, o küçücük kağıt parçalan da ağzıma dolmuş!... Ben önce kızdım, ama Selim kahkaha atmaya başlamaz mı? Ama nasıl gülmek... Gözlerinden yaş geliyor, eğiliyor, bükülüyor. Dayanamadım ben de gülmeye başladım. Festival, kervan falan derken sabahı ettik.







«Bern'de Selim'in çok yakın bir akrabası var: Özgen Akad. Onu ziyaret ettik. Ayağımızın uğuruna bakın siz, o sırada Özgen Beyin ateşe olarak Washington’a tayin emri çıktı.

«Montecarlo’ya, St. Tropez'e gittik, ama kumar oynamadık. Niye mi oynamadık? Aşkta kaybetmek istemiyorduk da onun için. Ama kumarhaneleri bol bol dolaştık. Ne muazzam yerler... Tıpkı filmlerde gördüğümüz gibi. Hem galiba Avrupalılar bizden daha zengin... Kumarhaneler ağzı ağzına dolu. Madrit’te bir İspanyol dansı gördük, hayran olduk. Dansör tam 34 dakika topuk vurdu.»

Bir an durdu. «Kusura bakmayın oradan oraya atlıyorum,» dedi. «Öyle heyecanlıyım ki...» Sonra anlatmaya devam etti:





«Paris... Seyahatin en renkli anıları Paris'e ait. Orada önce Brigitte Bardot’un kuaförüne gittik. Orada birkaç peruka aldım, bu arada bir filmciyle tanıştım. Kuaför bir ara benim yanımdan ayrılıp Selim'e gitti. Tercüman yardımıya biraz konuştular. Kuaför benim için. 'Kim bu?' demiş. Selim, 'Karım' deyince, 'Onu sormadım, ne iş yapar?' demiş. Selim de, 'Artist,' diye cevap vermiş.

Biraz sonra kuaför bir yere telefon etti. Ben perukları beğendim, Selim parasını ödedi. O sırada salona yaşlı fakat yakışıklı bir bey girdi. Kuaför bizi tanıştırdı. filmciymiş. Bana film teklif etti. Ben de, 'Ben evli bir kadınım, bunu kocamla konuşun,' dedim. Selim de, 'Beyefendi, böyle işler ayaküstü olmaz, resmi bir teklif yapın, görüşelim,' diye kestirip attı. Her halde önümüzdeki günlerde bu konuda size daha fazla bilgi veririz.





«Gelelim modaya. «Bak kocası Fenerbahçeli ya, onu kolluyor,» demeyin. Bu yılın moda renkleri sarı ile lacivert. Etekler kısalığını muhafaza ediyor. Saçlar meçli... Erkek giyiminde daha büyük değişiklik var. Pantolon için açık renkler tercih ediliyor, ama her Avrupalı genç pantolonunun üstüne mutlaka mor bir tişört giyiyor. Şortlar da benim çok dikkatimi çekti. Boyları çok uzun, dizin üç parmak üstünde. Herhalde «Hippy» modasından olacak, ben çiçeksiz şort görmedim gezdiğimiz yerlerde.»





SUADİYE’DEKİ EV

İnsan konuşmaya dalınca zaman ne çabuk geçiyor? Suadiye'ye gelmiştik. Herkes birbirine sarılıyor, hasret gideriyordu. En çok sevinen de Selim’in annesiydi... Adalet Hanım gelinine Avrupa'yı sorarken, gelini de onun sıhhatini merak ediyordu. Laf lafı açtı, dereden tepeden, tanıdıklarından, tanımadıklarından konuşuldu. Biz de bu arada çok enteresan şeyler öğrendik. Mesela, Selim Avrupa’da en çok Türk müziği dinleyememenin ıstırabını çekmiş. Hülya da bakmış olacak gibi değil, her gün kocasına 5 - 6 şarkı söylemeye başlamış. Selim Hülya'ya «Hanım» diye hitap ediyor. «Hanım şu ne oldu?». «Hanım bana bir bardak su ver!» İlk günler Hülya bu hitap şeklini epey yadırgamış, ama zamanla alışmış Hülya’ya gelince... O da Selim'e «Bey» diye hitap ediyor.





Genç evlileri balayı sırasında en çok memnun eden iki hareket olmuş. Nikahta kendilerini koruyan polisler Çınar oteline çiçek göndermişler, arabalı vapur memurları da Nis'e kart yollamışlar. Selim’le Hülya bunlara ne kadar memnun olduklarını anlata, anlata bitiremiyorlar. Selim, Gündüz Kılıç’ın Altay'a gittiğini evde babasından öğrendi. «A, a.. Baba Altay'a mı gitti?» diye şaştı. Taa Avrupa'dan yapılan listeye göre düzenlenen yemek yendi, evde bulunan (Adalet Hanım’ın ablası) Nimet Berkin Hülya’ya altın bir bilezik taktı, sonunda Hülya'yla Selim’e kalacakları oda gösterildi. Odada Hülya’nın «Hepimiz Kardeşiz» adlı filminde çekilmiş bir resmi vardı. Arkada badem bıyıklı bir bey, önde Hülya ile Selim. Evet, bir de böyle resim vardı. Badem bıyıklı beyi tanıyamadığımız için kim olduğunu sorduk. Hülya’nın yıllarca önce ölen babasıymış.





Hülya, Suadiye'de en çok neye sevindi, biliyor musunuz? Yatak örtüsüne. Örtü Adalet Hanım’ın gelinlik örtüsüymüş. «Canım annem benim. Nasıl da düşünür gelinini,» dedi durdu. Gelinini çok «düşünen» Adalet Hanım sofrada ilk defa kayınvalideliğini gösterdi.

- «Sen bana baksana kızım,» dedi. «Şimdiye kadar sustum, sustum, ama yeter artık. Sözlüydün, nişanlıydın falan filan. Bundan sonra bu evin hanımısın artık. Her sabah yemek listesini tanzim edeceksin. Bundan sonra bu evde sen ne istersen o olacak, sen neyi seversen o pişecek. Anladım mı?»





Evet, balayı da bitti. Selim yeni sezonun hazırlıklarına başlarken, Hülya da film setine koştu. Emlak caddesinde aylığı 1 600 liraya kiraladıkları eve 15 eylülde taşınacaklar. Bugünlerde Hülya’yla Selim neyi düşünüyorlar biliyor musunuz? Balayından önce sipariş ettikleri eşyalar 5 odalı evi ağzına kadar dolduracaktı. Peki Avrupa'dan getirdikleri içi giyim eşyası dolu 12 bavul eşyayı nereye sığdıracaklardı?...

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 31. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir