İzzet Günay’ın Karısı Öldü



27 95 13 numaralı telefonun her çalışında telin diğer tarafından hep aynı istek tekrarlanıyor: «Alo 27 95 13 mü? İzzet Günay’la konuşmak istiyorum...» Hayranlarının konuşmak için İzzet Günay'ı aradıkları saatlerce o, evinde uzandığı yerden sabit bakışlarla tavana bakıyor ve «Semine'sini» kendinden ayıran olayları düşünüyordu. Her şey 1 mayıs günü başlamıştı...





BİR BAHAR GEZİNTİSİ

1 mayısta havanın güzelliğinden istifade ederek kırlara uzanan İstanbullular arasında Günay ailesi de vardı. Günay'lar yemeklerini yanlarına almışlar, arabalarına atladıkları gibi yola çıkmışlardı. İzzet Günay'ın 10 yıllık eşi Semine Günay o gün çok neşeliydi. Papatya topladı, kocasıyla şakalaştı... Hatta sık sık tekrarladığı şikayetini bile ağzına almadı... 1 mayıs günü Semine'nin başı hiç karıncalanmamıştı...







1 mayıs çarşamba gününü güle, oynaya geçiren Günay'lar, aynı günün gecesinde acı bir sürprizle karşılaştılar. Semine Günay birden rahatsızlanmış, kendini kaybetmişti. İzzet hemen aceleyle sağa, sola telefonlar yağdırmaya başladı. Yakın arkadaşlarından Kamil Altan’la, Prof. Sabahattin Kerimoğlu'nu buldular. Kerimoğlu onlara Cerrahpaşa Hastanesini salık vermişti. Kısa bir süre sonra Semine Günay (biri hariç) hiç bir özel hastanede olmayan «Rehabilitasyon» odasında konsültasyona tabi tutuldu. O sırada İzzet de hemen kapının dibinde üç gün, dört gece sürecek uykusuz, gıdasız bir nöbete başlamıştı. Teşhiş «Süper tansiyondan beyin kanaması» idi ve Semine Günay’ın kurtulması için ancak bir mucize gerekliydi.





Mucize olmadı ve cumartesi günü saat tam 20.25'te doktorlar, hemşireler, yakınlan günlerden beri kapıda bekleyen İzzet Günay’a «Metin ol, Allah onu senden fazla seviyormuş,» dediler.







Pazartesi sabahı Semine Günay'ın cenazesi (hastaneden getirildiği evinden alınarak) Dormen Tiyatrosu'na getirildi. Orada yapılan merasimden sonra Teşvikiye Camiine götürüldü ve Zincirlikuyu mezarlığına defnedildi. Cenazede tiyatrocular çoğunluktaydı. İstanbul'a turneye gelen AST Teşvikiye’deydi... Yeşilçam'ın hemen hemen bütün prodüktörleri, senaristleri oradaydı. Fikret Hakan, Yılmaz Güney, Ediz Hun, Sema Özcan, Süleyman Turan, Ekrem Bora, Tunç Oral, Reha Yurdakul ve Sadri Alışık... Sözün kısası bütün sinema artistleri de oradaydı. Hepsi İzzet Günay'm yanma gidiyor, acısını biraz olsun hafifletmeye çalışıyorlardı. Gönderilen elliden fazla çelenk arasında Türkan Şoray'ın, Selda Alkor’un ve Haşan Ceylan'ın çelenkleri göze çarpıyordu. Kendisine baş sağlığı dileyenlere teşekkür eden İzzet Günay'ın acısı hafifleyecek gibi değildi. Dalgındı. Boş bakışlarla musalla taşında yatan Semine’sine bakıyordu. Ayakta durabilmek için ya bir duvara yaslanıyor, ya da arkadaşlarının koluna giriyordu.





Günay'lar, anlaşmış, mutlu bir çiftti. Biri gitti, dostları bir olup tek kalana acısını unutturmaya çalıştılar... Artık ne kadar muvaffak oldularsa... Bizzat gelenlerin, çelenk gönderenler, «Allah rahmet eylesin, başın sağ olsun» temennileri birbiri peşi sıra sıralarken yüzlerce İzzet Günay hayranı da SES'in 27 95 13 numarasına telefon ediyor ve «Alo 27 95 13 mü? İzzet Günay’la konuşmak istiyorum. Evet efendim, eşinin öldüğünü biliyorum. Başsağlığı dileyecektim. Acaba onunla ne zaman konuşabileceğiz?» diyorlardı. Bu sorunun cevabını biz de bilmiyorduk. İzzet, muhakkak hayranlarıyla konuşacaktı... Ama acısını bir nebze olsun unuttuktan, soruları cevaplandırabilecek hale geldikten sonra...

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 20. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir