Kanat Tibet Meşhur Oldu



Sözleşmiştik. O gün Tibet ailesi tam kadro bizi bekliyordu. Bebek'teki evlerinden içeriye girerken, Kartal ve eşi Gündüz Tibet bizi karşıladı. Fakat, görünürlerde dört yaşındaki oğullan Kanat yoktu. Onu salonun bir köşesinde bir yığın mektup arasında bulduk. «Kanat ne yapıyorsun?» sorumuza, büyük bir insan edası ile, «Bana gelen mektupları birer birer okuyup cevap yazıyorum» cevabını verdi. Verdi ama elindeki mektubu tersinden okuyordu! Ne yapsın Kanat'cık, okuması, yazması yoktu ki!...

Bu sırada kapı çalındı. Alt kattaki Kanadalı komşularının üç yaşındaki kızı Suzy, Kanat'la oynamaya gelmişti. Kanat yerinden bir ok gibi fırladı, «Hello Suzi!» diyerek bizi bıraktığı gibi arkadaşının yanına koştu...





Çocuklar bir yanda oynarken, biz de Kartal'la konuşuyorduk... Bir ara gözümüz Kanat'la Suzy'e takıldı... Çocuklar öyle güze! bir oyun tutturmuşlardı ki, büyükler bile bu kadar güzel anlaşamazlardı. Kanat, «Karaoğlan filmlerindeki Kartal gibi» elindeki kılıcı iki yana sallıyor, «Bak Suzy bak! Ben şimdi Karaoğlan'ım, seni düşmanlara karşı koruyacağım. Çıkın düşmanlar karşıma!» diye bağırıyordu. Annesi, «Sus oğlum o kadar bağırma ayıp oluyor,» dedi. Dedi, ama dinleyen kim? O Suzy'yi düşmanlara karşı korumayı bir kere aklına koymuştu.





Konumuz Kanat, daha doğrusu ona gelen mektuplardı. Kanat, şöyle böyle, şöhreti Türkiye'ye yayılmış babasından daha fazla mektup alıyordu. Mektupların çoğunda Kanat'a, «Sen de baban gibi niçin film çevirmiyorsun?» diye soruluyor, imzalı resim isteniyordu. Kartal bu konu ile ilgili olarak bize şunları söyledi:



- «Son günlerde Kanat'a gelen mektuplar fazlalaştı. Yazılanları ona okuyoruz, o da seviniyor... Buna öyle alıştı ki, mektup gelmediği zaman bayağı üzülüyor. Sabahlan postacı mektupları getirdiği zaman, «Bana mektup var mı?» demeyi bir adet haline getirdi yumurcak! Ses'te birlikte çıkan 'Karaoğlan' röportajından sonra, postacılar bir de bizim oğlana mektup taşımaya başladılar... Şanslı çocuk... Daha şimdiden dünya kadar hayranı var...»





Bu sırada genç karı - koca göz göze geldi. Sonra şöminenin önünde arkadaşı ile oynayan çocuklarına baktılar. Bu bakışlarda gurur, iftihar gibi pırıltılar yandı, söndü. Kendine Türk sinemasında haklı bir yer yaparak, yüz binleri aşan hayranlarının gönlüne girmesini başaran Kartal da oğlunun geleceği hakkındaki düşüncelerini bize şu cümlelerle ifade etti:



- «Oğlumun her şeyden önce, iyi bir meslek sahibi olmasını isterim. Mesela ünlü bir doktor, ünlü bir mühendis olsun. Ama bu, bir artist olmasın demek değildir. Kabiliyeti varsa baba mesleğjni yapsın. Benim mesleğim mesleklerin en güzeli. Belki ben öyle sanıyorum. Ama baktım ki kabiliyeti yok 'İlla da artist olacaksın,' diye diretmem. Çünkü başarısızlık insanı çok bedbaht eder. Neyse kabiliyeti varsa onu, o mesleği seçsin... Hani, 'kızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya, ya da zurnacıya gider,' derler ya, bizimki de öyle. Daha şimdiden, 'Ben artist olacağım,' diye tutturuyor!...»



Vakit bir hayli ilerlemiş, Suzy de gitmişti... Biz evden ayrılırken, Kartal da oğlunu kucağına almış, ona küçük, büyük hayranlarından gelen mektupları okuyor, bir taraftan da söyleniyordu, «Kerata daha şimdiden kendine bir sekreter tuttu!»

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 20. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir