Leyla Sayar Konuştu



«Bu, hep böyle olmuştur... Bütün önderler önce hor görülmüş, toplum tarafından itilmişlerdir. Ama aradan bir süre geçince önderin haklı olduğu anlaşılmış ve bir zamanlar onun aleyhinde bulunanlar onun dediklerini demeye, yaptıklarını yapmaya başlamışlardır. Bu, benim başıma iki defa geldi... 'Sinemada masum kız oynayanın, bir filmde kötü kadm rolüne çıkması onun sinema hayatını bitirir,' dediler. Ben, bunu hiç umursamadım ve dişilik yanı ağır basan rollerde oynadım... Gitgide bana düpedüz 'vamp' rolleri teklif etmeye başladılar. Hepsini kabul ettim, ama sinema hayatım bitmedi... Şimdi birçok yıldızın benim izimde yürüdüğünü görüyorum. Demek tabuları kaldırmak, putları kırmak için daima bir önder, daha doğrusu bir fedai gerek! Sinemada en iyi olduğum zaman Ankara’da sahneye çıktım. Hem de şarkı söyledim, dans ettim. Dans etmeye karar verdiğim zaman, 'Gitme. Gidersen film alamazsın. Bunca emeğe yazık olur,' diyen prodüktörler kapımda kuyruk oldular... İki sene daha sinemada kaldım...»





Leyla Sayar’la konuşuyorduk. Sinemada önce «Burun ameliyatı» sonra da «sahne» modasmı çıkaran Sayar, bir bakıma günah çıkarıyordu. Anlattı, anlattı, sonunda bombasını patlattı...

- «Ben sahneye çıktığım zaman 'O kadar mı düştü?' diyenlerin şimdi bir haline bakın. Hepsi olmayan seslerini mikrofon gerisinde deneme yarışına çıktılar. İçlerinde muvaffak olan iki kişi var... Biri Ajda, biri Öztürk. İlki için sahne yeni bir şey değil... Zaten sinemaya oradan gelmişti. Öztürk ise büyük bir kabiliyet... Peki ya gerisi? Hangisi doğru dürüst şarkı söylüyor. Hepsi de sahnede veya perdede kazandığı şöhreti sahnede yiyor. Ama ne komiklikler pahasına...»





- «Dünyanın her yeri için geçerli olan bir kural vardır. Şarkıcılık — bırakın müzik kültürünü, kulak terbiyesini — bir parça ses isteyen bir meslektir. Peki, sesi olmadan bu işi yapmaya kalkışanlara ne dersiniz?»

«Sahneye geçenlerin içinde en çok parayı ben aldım...» diyen Sayar'a herkesin perdeden sahneye doğru akma geçtiği bir sırada sinemaya dönüp dönmeyeceğini sorduk. Dönmeyecekmiş... «Çok hassas ve narin bir bünyesi varmış...» «Tam 7 sene gece - gündüz demeden çalışmış...» «Bu düzensiz çalışma ruh alemini altüst etmiş...» «Yeni bir deneme aynı düzenin tekrarlanması demek olur» muş, «Bırakın sinemaya geçmeyi, fotoğraf çektirmekten bile,» huylanıyormuş...





Leyla Sayar’ın sinemaya dönmemesi için iki büyük sebep var: Biri ona karşı büyük nefret, diğeri dansa karşı aşk halindeki büyük sevgisi... «80 - 90 film çevirdim, ama bunların birinde, hatta bir tek planında bile tatmin olmadım. Ama sahneye çıktığım 20 dakika içinde hayatımın en mutlu anlarım yaşıyorum.»

Sinemadan, hele son zamanlarda «nedense» çok sık teklif alır olmuş, ama bunların hiç birini düşünmeden reddetmiş. Buna karşılık Ankara Devlet Tiyatrosu'ndan, Haldun Dormen’den aldığı teklifleri iyice düşünmüş... «Belki bir piyeste oynar» mış.



Bir zamanların «Sfenks» i Sayar'a, «Türkiye’de ilk burun ameliyatı yaptıran artist» olarak kendinden sonra «burunlarını kaldıranlar» hakkında neler düşündüğünü sorduk, «Benden sonra birçok artist arkadaş estetik ameliyatı oldu,» dedi. «Konuşmamızın başmda da söyledim. Her yeniliğe birisi başlar, gerisi çorap söküğü gibi gelir.»

Aşk konusundaki sorumuzu, «İnsan kendini yalnız hissetmediği zaman aşık olmuş demektir. Oysa ben, bildim bileli, kendimi yapayalnız hissederim» diye cevaplandıran Leyla Sayar'dan ayrıldığımız zaman kulaklarımızda onun son cümlesi yankılanıyordu: «En büyük saadeti kendinde ara...»

Biz bu iki cümleyi şöyle birleştirdik: «Leyla için yalnızlık, saadet demektir.»

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 18. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir