Necdet Mahfi’nin Kaleminden Tiyatro Dünyası

19 Ağustos 1908’de Boğaziçi’nde, Paşabahçe’de doğdum. Babam, Miralay Mehmet Mahfi’dir. ilk girdiğim okul, Ayasofya’da, Yerebatan’daki «Mekteb-i Vatan» dır. Sonra Beykoz’da «Mithat Efendi Mektebi» nde ve Paşabahçe’de yeni açılan bir mektepte tahsile devam ettim. 1917’de Galata’daki Avusturya Saint George Lisesi’ne girdim. Harp dolaysıyla tekrar Beykoz’daki okula döndüm. Babam benim asker olmamı istiyordu. Fakat olmadı. 1919’da Galatasaray Lisesi’ne yazdırıldım. Yatılıydım. Yaramazdım, ama derslerime çok dikkat eder, çok çalışırdım. Böylece sınıf atlayarak yüksek sınıflara geçtim. Babam 29 ekim 1923’te öldü. 1925’te Galatasaray’dan ayrılmak zorunda kaldım. Babamın ölmesi maddi bakımdan bizi sarsmıştı. Evde bir müddet kendi kendime derslerime çalıştım. O zamanki Münakalat Vekili eniştem Ali Çetinkaya, beni Alman Şark Bankasına (Deutsche Orientbank) yerleştirdi.





Muhasebeyi orada öğrendim. Bankadan sonra Yıldız Sarayı Belediye Gazinosu'nda çalıştım. Orası kapanınca bir yıl işsiz kaldım. Annem ve kız kardeşimle birlikte Beşiktaş’ta otururduk. Elektrik Şirketine girdiğim sıralarda evlendim. Askerliğim sırasında eşim Helen, benim yerime bu şirkette çalışmıştı. Elektrik Şirketindeyken bir gazete ilanı gördüm. Bu ilanda zamanın biricik tiyatrosu Darülbedayi'in sanatkar yetiştirmek üzere bir dram okulu açacağını ve öğrenci kaydedeceğini bildiriyordu. önceleri bir arkadaşımla Afrika turuna çıkmak istemiştim. Annem beni tiyatro mektebine, Darülbedayi'e vermek istemiyordu. Fakat «Afrikaya kaçarım!» diye diretince, «Aman Afrika'ya gitme ne yaparsan yap,» diyerek izin verdi ve ben de Darülbedayi’e müracaat ettim.





Zamanın Vali ve Belediye Reisi Muhittin Üstündağ idi. Birinci Fırka Kumandanı Rüştü Paşa bana bir tavsiye mektubu vermişti. Muhittin Üstündağ, «Pekala, ama kadroda yer var mı, yok mu bilmiyorum, ben seni gönderiyorum» dedi. Tiyatro Müdürlüğüne havale etti. Daha evvelden tanıdığım Mahmut Morali'ya kapıda rastladım. Fuayede duran Muhsin Ertuğrul’a beni takdim etti. Birlikte Tiyatro Müdürü Memduh Beyin odasına girdik.

Memduh Bey bana baktı, «Evladım, senin geçinecek bir iradın var mı? Bu mesleğe sadece parasızlığa tahammül ile sahip olamazsın. Kiminin parası, kiminin sıhhati, kiminin kabiliyeti müsaade etmez. Bırakmak mecburiyetinde kalır!» dedi.





O zamanlar haftada bir piyes değişirdi. Her piyeste rolüm olup olmayacağı garanti değildi. Günde 80 ila 150 kuruş arasında bir para vereceklerdi! O da çalıştığım günlerde... Üstelik bu paradan vergi de kesilecekti. Karı - koca bu para ile nasıl geçinecektik? Bunların hiç birini düşünmedim. Sadece aktör olmak heyecanı içinde kıvranıyordum. Kundakta çocuğum da vardı. Jeyan Mahfi Ayral.

Muhsin Ertuğrul bana, «Yarın saat 1'de provaya gelin!» deyince dünyalar benim oldu sanki... 24 eylül 1932 tarihinde, Tepebaşı Tiyatrosu'nun yukarı fuayesinde prova edilmekte olan «Yedi Köyün Zeynebi» adlı adaptasyon piyeste, figüran olarak sahneye çıkmak üzere provaya başladım. işte başlayış o başlayış... Bugün aradan tam 36 yıl geçmiş... Hey gidi günler hey...





Bana bu sanat aşkı nereden geldi? Her halde babamdan olacak. İttihatçılar zamanında paşa rütbesine yükselmiş, şair bir askerdi babam. 140 şiiri vardı. Bir kısmı «Ceride-i Havadis» te yayınlanmış, bir kısmı bestelenip şarkı ve gazel olmuştu. Ailem ve akrabalarım kendi ahbapları arasında eğlenmek için konaklarda tiyatro oynarlardı. Annem Türk musikisine aşina idi. Piyano, kanun ve ut çalardı. Hemşirem Darülbedayi'de «Gölge» ve «Kokotlar Mektebi» nde oynamak üzere rol prova etmişti. Hemşiremin küçük oğlu Armağan Şenol şantördür. Torunu Parla Şenol da sinema artisti. Kızım Jeyan Mahfi Tözüm de İstanbul Şehir Tiyatrosu'unda aktristir. Türk filmlerindeki kadın yıldızlan seslendirir. Eşi Rauf Tözüm film stüdyosu ses mühendisidir. Eşim Helen amatör olarak sahneye çıkmış, müzik dersleri vermiştir.





Beni bir, iki yaşlarında Beşiktaş'taki «Leshi» Tiyatrosuna götürmüşler. Çocuklara yasak filan yok o zamanlar. Kel Hasan Efendi Kumpayası bir temsil veriyormuş. Tiyatroda yangın çıkmış ve panik olmuş. Bu olay her zaman anlatılırdı. Kulağımda ve içimde hatıra olarak kalmıştı. Sonralan beni tiyatroya götürmek istedikleri zaman, «Hasan var, ben oraya gitmem!» diye tuttururmuşum. Fotoğrafhaneye götürmek istedikleri zaman dahi hep aynı sözü söylediğimi hatırlarım. Nihayet günün birinde beni bir sinemaya götürmeye razı ettiler de «Hasan Efendi'nin olmadığı» bir kalabalığa alışmış oldum!





Annem çok tiyatro sevdiği için on yaşında Mınakyan’ı seyrettim. Annemin tiyatroda devamlı bir locası vardı. Mınakyan’ın bütün repertuvarını bize anlatırdı: «Değirmenci Kızı», «Paris Paçavracıları», «Kontun İntikamı», «La Dame Aux Camelias», «Sefiller», «Demirhane Müdürü» ve saire ve saire... Yaz aylarında Beykoz'da, iskelenin tam karşısında seyyar tiyatro kumpanyaları temsiller verirlerdi. Ailecek bu piyeslere iki, üç defa giderdik. Orada gördüğüm piyeslerden aklımda «Othello» kalmış... Kantocu Küçük Marika, Tereza, Ester, hepsini hatırlarım. Kantoların beste ve güftelerini de unutmadım.



Nihayet bu tiyatro aşkı anneme, hemşireme ve bana evde tiyatro oynatacak hale geldi. Evde «Akif Bey» ve «Değirmencinin Kızı» piyeslerini oynadık. Ortaoyununun aksine bu heyette erkek rollerini kadınlar oynuyordu. Ben komik roller oynardım. Yüzüme, gözüme kömürle makyaj yapardım. Ahçı, uşak, hizmetçi, evlatlıklara da roller verirdik. Ondan sonra Darülbedayi'e kadar hiç bir yerde sahneye çıkmadım. Okullarda bile oynamadım.





«Üç Saat» operetinde hem bale yapıyor, hem figürasyona, hem de koroya çıkıyordum. Operet devamlı olarak 40 temsil verdiği için cebim epeyce para görmüştü. İlk sözlü rolüm, Galip Arcan'ın bir tercümesi olan «Mucize» adlı piyesteydi. Bu piyeste iki rol oynuyordum. Biri sahnede gazeteci rolü, diğeri de seyirciler arasında dinleyici rolü... Bu rol sırasında başıma enteresan olaylar geldi. Seyirciler beni sahneye laf atan bir seyirci sanıyor: «Sus, ayıptır!» diye bağırıyordu. O zamanlar oyuncuların seyirci koltuğunda oturup oyuna katılabileceğini bilen pek azdı.

Tiyatroya girdiğim günlerde yeni oyuncu olarak 40 kişiydik. Bu girenler arasında bugün üç kişi kaldık: Ben, Hadi Hün ve Ferih Egemen...

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 30. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir