Öztürk Serengil’in Roma Macerası



Sabahın yedisinde telefon çaldı. Hattın öbür tarafında kulağıma hiç de yabancı olmayan bir ses Türkçe, «Abi biz geldik,» diyordu.

Uyku mahmurluğu içinde, «Eee, hoş geldiniz, safalar getirdiniz,» diye cevap verdim, ama böyle sabah ezanında uykumdan uyandıran şahsın kim olduğunu da bir türlü çıkaramadım. «Kimsiniz, nerden geldiniz?» diye soracak oldum. Karşı taraftaki meçhul şahıs benim onu mutlaka tanımam gerekiyormuş gibi ismini söylemek lüzumunu hissetmeden sözlerine devam etti, hem de bu defa daha samimi bir ifadeyle:





- «Abi, yani biz geldik diyorum işte... Sen bizi istasyondan almazsan, işler berbataj olur. Annadin mi? Bizim Roma gezisi de yatara) olmasın!»

Bu 'raj'Iı kelimeler ziyaretçinin kim olduğunu anlamama yetmişti. Öztürk Serengil'e «Stazione Termini»ye geleceğimi söyledim ve telefonu kapar kapamaz da giyinip sokağa fırladım...

Öztürk Serengil, istasyonda sanki kırk yıllık ahbapmışız gibi boynuma sarıldı ve Roma seyahatinin sebeplerini ve hikayesini oracıkta anlatmaya koyuldu. Kendi ifadesine göre bir ara film işleri «berbataj» gitmiş bir sürü borca girmiş, sonra sinemayı bırakıp gece kulüplerinde şarkı söylemeye başlayınca durumu değişmiş, borçlarını ödedikten sonra eşi Nevin'le beraber bir İtalya gezisine çıkmış...





Doğrusu Öztürk yorucu bir kış geçirmişti ve İtalya'da şöyle dört başı mamur bir dinlenmeyi hak etmişti. Ama gece kulüplerinin «Dr. Barnard» ı gezisini sadece dinlenerek geçirme fikrine hiç yanaşmadı. «Abi, gelmişken biraz da Romalı meslektaşları göreyim. Onların dalgalarını öğreneyim. Kendime yeni kıyafetler bulayım,» diyordu. «Bu arada boş vakit bulursak tabii gezeraj.»

Böylece Roma'da benim için de «Öztürk'lü devre» başladı. Hele Öztürk arabanın direksiyonuna geçince Roma bizim oldu. Öztürk, iyi araba kullanıyor, ama «Dünya dönüyor» şarkısını diline çok doladığı için mi nedir, arabayı öyle bir baş döndürücü süratle sürüyor ki, her yola çıkışımızda yakınlarımla helalleşmeden edemedim nedense!





Öztürk'le Roma'da gezmediğimiz yer kalmadı. Bu arada San Pietro kilisesinin avlusuna bile gittik. Papa her pazar günü kilisenin avluya bakan penceresinden halkı takdis eder. Fakat Öztürk, San Pietro'ya pazar günü gitmediği için Papa'yı göremedi.

Bir akşam, Öztürk'ü aldım Via Veneto'ya götürdüm. İstanbul için Beyoğlu neyse, Roma içinde Via Veneto odur. Artistliğe hevesli gençlerin hepsi akşam üstleri burada piyasaya çıkarlar. Öztürk'ü de Via Veneto'da gezdirdim. Fakat İtalyanlar, Öztürk'ün şahsıyla değil de eşi Nevin'le daha çok ilgilendiler. Hatta onu yeni bir artist adayı zannedip röportaj yapmak isteyenleri bile çıktı. Öztürk, buna pek sinirlenmişti. Etrafındakilerin eşini dikkatle seyrettiklerini gördükçe küfürler savuruyordu.





Öztürk’ü İtalyan filmlerinde sık sık gördüğünüz o güvercinli meydana da götürdüm. «Aman abi burası tam bizim yerli filmcilere göre yer,» dedi. «Nefis aşk sahneleri çeviraj. Hem meydanın dört köşesinde dört film birden temam mı, bilakis!...» Öztürk, birdenbire sustu. Gurbet ellerde vatandaşlarını çekiştirmek istemiyordu anlaşılan.





Roma'nın ünlü meydanlarını, parklarını gezerken az kalsın karakollardan birini de görmek fırsatını elde edecektik. Ama, vallahi kabahat bizde değildi... Öztürk'ü upuzun bıyıklarıyla Uzakdoğulu Türklere benzeten iki İngiliz kızı, muziplik olsun diye bizim üstada koyun postundan bir gocuk giydirdiler, sonra da yan yana resim çektirmek istediler. Tabii etrafımıza bir sürü meraklı toplandı. Bir gürültü bir patırtı derken polis geldi. İtalyan polisinin ikazı üzerine biz de çarçabuk resimleri çekip, Öztürk'ün tabiriyle oradan «tozaj» olduk.





Öztürk İstanbul'a şişmanlayıp göbek bırakmış olarak dönerse hiç şaşmamalı, zira ne kadar İtalyan yemeği varsa hepsini denedi, nerede çeşme gördükse hepsine avucunu uzattı. Bu arada Roma'nın meşhur terzilerini ve asıl önemlisi ünlü takma saç üstatlarını da bir bir dolaştı. Gardırobunu ve kendini yenilemek için ne lazımsa yaptı. Kısacası Roma gezisi Öztürk Serengil için hem ziyaret, hem de ticaret oldu. Roma tatili damağında tat bırakmış olacak ki, «Seneye gene sabaha karşı gelip seni uyandıracağım» diyordu.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 25. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir