Reha Yurdakul’un Başına Gelenler

Saat elifi elifine akşamın beşi… On dakikadan beri zilini çaldığımız kapı nihayet açılıyor. Karşımızda uykulu gözlerini ovuşturan bir Reha Yurdakul… İçimizden ‘Hoş bulduk’ demeye hazırlanıyoruz ama hazırlığımız boşa gidiyor. Reha karşımızda, tek kelime söylemeden, öyle put gibi duruyor. Ne ‘Hoş geldiniz’ diyor ne de ‘Neden geldiniz?’… Utangaç, taze aşıklar gibi bir süre karşılıklı bakışıyoruz. Sonra, dönüp yürüyor. Biz de peşinden tabii… Hep birlikte yatak odasına giriyoruz. Tam yatağın kenarında lütfedip bir daha bakıyor bize, sonra gene hiç bir şey söylemeden ‘cumburlop’ yatağa dalıyor.





Aradan şöyle böyle yarım saate yakın bir zaman geçmiş. Reha'yla karşılıklı oturmuş, konuşuyoruz.

- «Yahu kaide mi bu? Hep siz mi soracaksınız. Dur bakalım. Şimdi ben soracağım. Bu, neyin nesi?»

'Neyin nesi' dediği şu. Bir gün önce foto muhabiri arkadaşımız, sabahın köründe Reha'nın kapısına dayanmış. Uyanmış, kapıyı açmış. Muhabir arkadaş biraz oturup ayrılmış. Bizim gittiğimiz günün sabahı da birbiri peşi sıra patlayan flaşlarla uyanmış. Bir de ne görsün? Bir gün önceki foto muhabirimiz ha babam resim çekmiyor mu?... 'Ulan bu nasıl iş...' demiş, düşünmüş, taşınmış. Ama işin içinden çıkamamış. Meğer bir gün önce foto muhabiri, masanın üstünde duran yedek anahtarı 'yürütmüş'. Ertesi gün de o anahtarla kapıyı açıp, Reha'yı yatakta bastırmış. İşte Reha Yurdakul'un 'Neyin nesi?' dediği bu...





- «Anahtarlar kayboluyor, biriniz gidip biriniz geliyorsunuz... Habire resmim çekiliyor. N'oluyor yani arkadaş. Kırkından sonra 'star' mı oluyoruz...»

Bunca yıldan sonra hala onu tanımayan, özelliklerini bilmeyen var mı, zannetmiyoruz, ama her ihtimale karşı Reha'nın özelliklerini kısaca özetleyelim. Sinemanın bu kır saçlı, yakışıklı erkeği karıncayı bile incitmekten korkan, arkadaş canlısı, samimi, bonkör ve çapkın bir delikanlıdır. Yirmi yıl önce delikanlıydı. Her halde yirmi yıl sonra da yine onun için delikanlı diyecekler. Tanısın, tanımasın, herkes için, her şey için çırpınır. Herkesi, her şeyi sever. İçki sever, kitap sever, sanat sever, dostu sever, düşmanı sever... Sadece kadınları sevmez. Onlara bayılır! İlgi duyduğu kadınlara köpek der. Kendisi Türkiye'nin en büyük köpek koleksiyonuna sahiptir ve belki de koleksiyonu ile iftihar etmeyen tek erkektir.





- «Dünyadaki sinema akımlarını biliyor musun?» diye sorduk. Adamcağız zaten şaşırmış, 48 saatten beri aralıklı olarak çalan zil sesleri hala beyninde akis yapıyor, sabah sabah yüzünde patlayan flaşların kamaştırdığı gözleri hala mahmur.

- «Hoppala. Şimdi de imtihan oluyoruz galiba. Eh, biraz biliyoruz işte. N'olacak yani?»

- «Olacağı şu... Biliyorsun, Fransa'da bir "Yeni Dalga'' çıktı... İtalya'da da İkinci Dünya Savaşı yıllarında 'yeni gerçekçilik' başladı...»



- «..........»

«Biz de 'yeni dalga' gazetecisi olduğumuzdan yeni bir röportaj yaratmaya çalışıyoruz. Bunu ilk defa sende denedik. Bu, 'yeni gerçekçi' bir röportaj olacak...»

Konuşmamızın bundan sonraki kısmını yazamayacağım için özür dilerim. Neyse, fırtınayı atlattıktan sonra yeni gerçekçi röportajımızın ilk sorusunu sorduk. Eli şakağında ve içinden -her halde,- 'Bu belaya nerden çattık,' diye düşünürken birden ayağa fırladı.



- «Kusura bakmayın ama sizin bu 'yeni gerçekçi' röportajınız bugün yatar...» dedi. «Ben davetliyim. Çıkıyorum. İsterseniz siz kalın, ben olmadan yeni gerçekçi röportajınızı yapın.»

Çaresiz, kalktık. Giyindi ve evi hep birlikte terk ettik. Tabii o giyinirken ileride yapacağımız 'yeni gerçekçi' röportaj için bol bol resim çekmeyi de unutmadık. Resim çekmeyi unutmadık ya, anahtarı iade etmeyi unuttuk. Yurdakul' un haberi ola...

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 5. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir