Sema Özcan’ın Son Sevgilisi



- «Ah güzelim!»

- «Tatlım, şekerim benim...»

- «Uslu dur yavrum, yaramazlık edersen darılırım !»

Bu sözleri bir kadın, hem de Sema Özcan söylerse, siz de bunları duyarsanız ne yaparsınız?

Hayret edersiniz değil mi? Biz de öyle yaptık. Önce şaştık, sonra dinlemeye devam ettik. Sema Özcan, tiyatroda değildi, sahneye çıkmamıştı. Sinema kamerası karşısında bulunmuyordu, filim setinde oynamıyordu. Eliyle sevgilisinin başını sıvazlıyor, gözlerinin etrafını ince parmaklarıyla okşuyor dudaklarını uzatıp, aşk ve sevgi ifade eden ne kadar kelime varsa birbiri peşi sıra sıralayıp duruyordu.





Burada Ediz Hun olsa, Sema'nın sözleri için, «Eh, kız ne isterse söyler. Ediz Hun gibi sevgili nerede bulunur?» der geçerdik. Ama, Sema Özcan'ın sevgilisi Ediz değil, «Fırat» adında bir yaratıktı. Daha doğrusu kocaman bir ati. Ediz'den ayrıldıktan sonra inzivaya çekilen Sema Özcan'ın Ayazağa'daki Atlı Spor Kulübü'ndeki «manej» de dolaştığını haber almıştık. Kırların yeşillenip çiçeklendiği bu günlerde kulübün yolunu tuttuk. Etrafı çitlerle çevrili, kumlu toprak serpilmiş «antrenman» sahasına gelince bir de şu manzarayı gördük: Sema Özcan bir kenara çekilmiş, kulağına tatlı aşk cümleleri fısıldadığı Fırat'a bir yandan şeker yediriyor, bir yandan da son hazırlığını yapıyordu.





Kıyafeti de moda mecmualarındaki veya Avrupa yüksek sosyetesinin «sürek avı» partilerindeki konteslerin, baroneslerin, düşeslerin pahalı giyiminden hiç de aşağı değildi. Uzun siyah çizmeler, üzerinde külot pantolon (mor kadifeden), onun da üzerinde beyaz çömlek ve kırmızı kıravat. Siyah kadife ceketi, kırmızı renkli kepini bunlara ilave ederseniz Sema Özcan'ın oradaki asilzade hanımların en güzeli olduğu hemen anlaşılır. Zaten biz gittiğimiz zaman etrafını, kulüpte kim varsa çevirmişti. Kimi eyeri hazırlıyor, kimi kolonları sıkıyor, kimi dizginlerini tutuyor... Bir itibar, bir sevgi, bir ilgi... Seyislerden biri, «Fırat daha şeker istiyor, Sema Hanım!» dedi.





Sema ellerini iki yana açtı, «Şekerim bitti, ama ben ona şekerim, der; tatlım der, idare ederim,» dedi ve «hoop!» diyerek atın üzerine atlayıverdi. Fırat da kocaman beyaz bir at... Sema Özcan atın üzerine çıkınca biz, yerde durup gökyüzüne yükselen bir anıta bakar gibi olduk. At üstünde, Sema Özcan bir heybedendi, bir başka hava kazandı ki, hayran olduk. Hani, at üzerinde duran insanların resmini çekmek de, onları seyretmek de insana «küçülme» duygusu veriyor. Sema Özcan, at üzerinde «Jan Dark» gibi ihtişamlı, kraliçe Kristin gibi güzeldi. Adeta mitolojik bir varlık haline gelmişti. Daha biz ona bakmaya doyamadan Fırat'ı mahmuzlayıp «Yallah!» diye dört nala kalkmasın mı? Kocaman manejde dönmeye başladı. Biz ona bakarken başımız döndü. O kadar süratli gidiyordu. Kulübün müdürü Hamdi Barlas, «Daha önce gelseydi, şimdiye kadar uluslararası at yarışlarına girebilirdi Sema Hanım!» dedi, «Çok istidatlı... Uzun bacaklı olduğu için ata kolay intibak ediyor, ideal bir binici vücudu var. Üstelik de çok cesur.»



Çerkeş güzeli Sema Özcan, yerli sinema artistleri arasında yalnız kadın yıldızların değil, birçok erkek artistlerin yapamayacağı kadar maharetle ata biniyordu. Ufak engelleri aşmaya başladı. Tıpkı yerli sinemada olduğu gibi! Bu arada, manej sahasını çeviren çitlerden atlayıp yeşil kırlara açıldı. Kulübün kırk yıllık at ustası seyisi, hemen bir başka ata atlayıp Sema'nın peşine düştü, «Ata hakim... Ama belli olmaz, at huylanır belki... Onun için Sema Hanımı kollayalım,» dedi.

Sema Özcan, mavi ufuklarda kırmızı bir leke haline gelmişti. Bekledik. Döndü, geldi. At üzerinde uzun saçlarını örten şapkasını çıkardı. Tıpkı «Amazonlar» gibi saçları omuzlarına döküldü:

- «Ata gösteriş olsun diye binmiyorum. Çok temiz bir spor...» dedi.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 13. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir