Sevda Nur’un Başı Dertte




Şişli Sıracevizler Caddesi Esen Sokaktaki Uğur apartmanının 6 numaralı dairesinde oturan Sevda Nur’un kapısını çaldığımız zaman içeriden uykulu, korkulu bir ses yükseldi.

– «Kim o?»

– «Ses mecmuasından geliyoruz» dedik.

Sesimizi iyice almamış olacak ki tekrar sordu:

– «Kim o?»

Doğrusu Sevda Nur’a kim olduğumuzu anlatmak, deveye hendek adatmaktan daha zor geldi bize! Tam beş, altı defa bağıra çağıra Ses mecmuasından olduğumuzu söyledik. Kapı, neden sonra açıldı. Önce kalın zincirin şakırtısın duyduk. Arkasından kilidin içinde iki defa dönen anahtarın sesini..





İçeri girdiğimiz zaman Sevda'nın yüzünde derin bir korkunun izlerini hemen fark ettik. Katilini bekleyen bir kurban gibi adeta tir tir titriyordu.

- «Kusura bakmayın» diye anlatmaya başladı. «Korkuyorum. Yusuf'la olan beraberliğim duyulmuş. Beşiktaşlı Amigolar 'Ayağım denk sisin, sonra karışmayız diye haber göndermişler Biliyorsunuz bu Amigolar tehlikeli insanlar Dediklerini yaparlar hani!...»

Konuştuklarından dolayı yüzünde pişmanlık dalgası esti:





- «Allar aşkına bunlar: yazmayın» diye yalvarmaya başladı. «Vallahi billahi Yusuf'u bir ay var ki görmüyorum. Manisa'da Ordu Kampında. Bulunduğu yere henüz telefon bağlamamışlar. Aradım, konuşamadık. 'Çıkan yazılardan benim bir suçum yok' diyecektim. Benim yazdırdığımı zannedecek. Çıkan yazıları benden bilecek.

«Keşke tanımaz olaydım Yusuf'u. Huzurum kaçtı. İçimi korku bürüdü. Geceleri uyuyamıyorum.

«Geçen gün Suzan Avcı ile konuştum. O da beni ikaz etti. 'Amigolara dikkat et kız. Sonra başın belaya girer' dedi. Beşiktaş Kulübüne ait bir haberi kaleci Varol'dan öğrenip gazetecilere açıkladı diye bir gece Amigolar Suzan'ın evinin camlarını kırmışlar. Suzan abla korkusundan tam 4 gün evine gidememiş!...»





Sevda'nın üzerinde naylon pembe bir gecelik vardı. Karşımızdaki koltuğa büzülmüş, oturuyordu.

- «Makyajım yok. Yüzüm yorgun,» diyerek objektifimizden kaçmaya çalışıyordu. Biz de durmadan soruyorduk:

- «Yusuf'la nasıl tanıştınız?»

- «Bilmem ki!...»

- «Saklanacak ne var? Herkes olanları biliyor. Biz doğrusunu yazalım diye buralara geldik.»

- «Gondola'da tanıştılar, diye yanlış yazmışlar.»

- «Öyleyse siz doğrusunu anlatın.»



Başını ellerinin arasına aldı. Bir taraftan da kahkahalarla gülüyordu. Korkusu kaybolmuştu.

- «Yazmasanız olmaz mı? Herkes neler yapıyor? Biz içir Yusuf'la dolaştık diye bu kadar gürültü patırtı koparılır mı?»

- «Nasıl tanıştığınızı anlatmadınız?»

Kahkahaları daha şiddetlendi. Sanki gülme krizine tutulmuştu. Gitti, buzdolabından bir tabak çikolata getirdi.

- «Tatlı yiyin de tatlı konuşalım,» diye espri yaptı.





- «Hay Allah yahu!... İyi ki bir Yusuf'u tanımışık.»

- «Nasıl tanıştığınızı hala anlatmadınız?»

- «Ah siz gazeteciler yok mu? İnsanın başına bir çullandınız mı elinizden kurtulmak için ölmek lazım. Anlatacağız... Başka çare yok. Yusuf'la dört ay önce Tarabya plajında tanıştık. Ben arkadaşlarla gitmiştim. O da arkadaşlarıyla gelmişti. İki grup birleştik. Sonra başka bir gün tekrar buluştuk. Derken nasıl olduğunu anlayamadım, bir de baktım ki...»

- «Evet, bir de baktınız ki...»



- «Canım o kadar derinine inmeyin işte. Biliyorsunuz Yusuf evli. Yuvasının yıkılmasını istemem. İyi kalpli, temiz çocuk. Bütün kusuru sinirli olması. Zamanla bu da geçer. Daha çok genç.»

- «Sonra ne yaptınız, nerelere gittiniz?»

- «Bir yere gitmedik canım.»

- «Siz rahibe değilsiniz. O da rahip değil...»

Gene gülmeye başladı. Kalktı tabaktan bir çikolata aldı.

- «Ay mahvoldum. Yusuf vallahi beni öldürür! Ne yapacağım bilmiyorum? Bu kadar konuştuğum yetmez mi?»



- «Sinemaya falan gitmediniz mi?»

- «İki defa gittik. O da korka korka... As Sinemasında Elvis Presley'in «Kızlar Arasında» filmini yan yana seyrettik. Bir de Fitaş Sineması'na gittik.»

- «Yusuf'un nesini seviyorsunuz? Şöhretini mi, yakışıklılığını mı, parasını mı?»

- «Bunlar beni ilgilendirmez. Şöhretse ben de onun kadar şöhretliyim. Para ise benim de kendime göre var. Yusuf'un samimi, çocuksu halleri hoşuma gidiyor. Doğrusu tatlı çocuk...»

- «Beşiktaş Kulübünden gelen oldu mu?»



- «Menajerleri Recep haber göndermiş, 'görüşmek istiyorum' diye... Fakat ne görüşeceğim. Söyleyecek bir şeyim yok ki... Yusuf'la arkadaşız hepsi o kadar.»

Ertesi günü Şeref Stadından içeri girdiğimiz zaman Beşiktaş takımı antrenman yapıyordu. Yusuf hariç bütün futbolcular menajer Recep Adanır’ın çizdiği program dahilinde koşuyorlar, top koşturuyorlar, kaleye şut çekiyorlardı.



Soyunma odasının bir köşesinde Recep Adanır'la konuşmaya başladık:

- «Olayı duyduk. Yusuf Manisa'dan dönünce kendisinden soracağız, hayatını düzene sokmasını isteyeceğiz. Bize sahada vazifesini yapan, disiplinli futbolcu lazım. Bu maceraya devam ederse elbette Beşiktaş'ın formasını Yusuf'a teslim edemeyiz. Hem bu hareketiyle, arkadaşıma da kötü örnek oluyor,» dedi.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1967 TARİHLİ 44. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir