Türkan Şoray’ın Aşk Mabedi

Türkan Şoray’ın, Levent’teki evindeyiz. Bu eve girmek kolay değil. Hele oturup saatlerce konuşmak daha zor. Hani bir zamanlar Rusya’yı turistlerin gezip görmesi imkansızdı ya? Türkan Şoray ile Rüçhan Adlı’nın beraber oturdukları evin içine girmek de öyledir: İçeriye alınacak kişi inceden inceye tetkik edilir. Üzerinde düşünülür ve ondan sonra eve kabul edilir. Gelen kişinin önem ve faydasına göre «izaz ve ikram» da bulunulur.

Türkan Şoray, kadife terlikleri, etek – bluzu içinde, dizlerini birbirine yapıştırmış, alçak koltukların birine, karşımıza oturmuş. Gözleri merak ve heyecan ışıklarıyla parlıyor. Sağımda Rüçhan Adlı var. Orta masasında bir viski şişesi. Kabuklan ayıklanmış şamfıstıkları, elma, portakal, mandalina, muz… Bir de soda şişesi ile buzluk…





Son yıllarda Türkan Şoray bir «muamma», bir «efsane» haline geldi. Tıpkı, Greta Garbo gibi halkın arasına karışmıyor. Özel hayatı bir «sır» perdesinin arkasında geçiyor. Öbür yandan milyonlarca sinema seyircisi de onun özel hayatını merak ediyor. Sinema perdesindeki hayali yerli film seyircilerini tatmin etmiyor. Türkan Şoray'ı siz bir gece kulübünde (veya gündüz kulübünde) görebilir misiniz? Bir tiyatro veya sinema galasına, açılış kokteyline, törene gider mi? Sadece film setiyle evi arasında geçer hayatı. Çalışmadığı günler ne yapar, nerede gezer, dolaşır? Kimse bilmez. Türkan Şoray için yapılan röportajların, yazıların çoğu masa başındaki fikir beyanından ileriye gitmez. Zira, Türkan’la karşı karşıya oturup birkaç cümle konuşamazsınız. Stüdyolarda boş kaldığı birkaç dakika içinde «loca»sına çekilir. Kadınların makyaj odalarına girmek zordur. Hele Türkan'ın odasına girmek büsbütün güçtür. Sete indiği zaman hemen kamera karşısına çağırırlar. Yine konuşamazsınız.



Bu «genel manzara» yı ilk defa geçen hafta Türkan bozdu! «Vesikalı Yarim» adlı filmin Çağlayan Saz salonunda çekilen kısımlarında bizimle bir locaya çekildi ve öğle yemeğini (yoğurtlu kebap ile kaymaklı tel kadayıfı) yerken yarım saatten fazla konuştu: «Gündüzleri burada, bu bardaki kadınlar oturuyor değil mi?» sorusu ile konuşmayı açtı. Bu sırada yemekleri, özel otomobilinin şoförü Sezai Küçükcan getiriyor, Türkan'ın emirlerine muntazır bekliyordu. Hizmetçi «Güllü Kadın» ise, Türkan'ın giyinmesine, kostüm değiştirmesine yardım ediyordu.



- «Ben muamma değilim... Efsane de olmak istemiyorum... Sadece huzur arıyorum. Hakkımda söylenenlerden bıktım, usandım. Hep yalan, dolan, uydurma, yakıştırma... Yazılanların yüzde doksan dokuzunun uydurma olduğunu, milyonlarca hayranıma bildirmenizi rica ederim. Hemen hiç biri benimle konuşulduktan sonra yazılmış değil. Eğer herkesle konuşmaya, sorularına cevap vermeye kalksam hayatım konuşmakla geçer. Gece hayatını, sigaralı, alkollü salonları sevmiyorum. Ayıp mı? «Sosyetik hayat» denilen yaşayış bana dejenere olmuş bir hayat tarzı olarak görünüyor. Dünyada en çok sevdiğim şey mesleğim.»





Daha bazı şeyler konuştu: Önemsiz, o setteki çalışmalara dair... Biraz sonra yemek tatili bitmiş, rejisör Türkan'ı filmin kamerası karşısına davet etmişti.

«Çağlayan Saz» dan çıktık, iki sokak ötedeki «Zambak Sokak» Rüçhan Adlı'nın otomobil yedek parçası ithalat ve satış mağazasına gittik. Dipteki bürosuna girmeden adımızı sordular. İçeriden kabul izni çıkınca, özel yazıhaneye alındık. Bizi görünce etrafındaki birkaç kişi, sözle söylenmeyen, fakat Rüçhan Adlı’nın bakışları, hatta nefes alışıyla anlaşılan, «dışarı çıkma» zaruretini anlayıp çıktılar. Muhabir arkadaşımla ben, 20 dakika kadar konuştuk ve ertesi akşam saat 19.30’da aynı yerde, yazıhanede buluşmak ve oradan eve gitmek üzere anlaştık.



Ertesi akşam saat tam 19.35'te Rüçhan Adlı yazıhaneye geldi: «özür dilerim, geç kaldım. Bizim Galatasaray'ın reis seçimi var da, onun için toplanmıştık,» dedi.

Saat 19.45'te beyaz tavanlı Cadillac'a binip Levent'teki eve doğru yola çıktık. Arabada bir arkadaşı ve kardeşi Firuzan Adlı vardı. Onlar indikten sonra, yedek parça ve ithalat üzerine başlayan konuşmayı Rüçhan Adlı hemen Türkan bahsine getirdi: «İmkan olsa, yüksek duvarlı bir köşkte otursak daha rahat edeceğiz,» dedi.

Bahçede bizi «Mayk» isimli köpek karşıladı. Rüçhan Adlı gülerek, «Mayk Hammer!» dedi. Zemin katındaki salona geçtik. Duvarlarda Türkan'm dört büyük fotoğrafı ve şöminenin üzerinde Rüçhan Adlı'nın annesinin ve babasının (ikisi de vefat etmiş) fotoğrafları. Alçak, orta masalarının üzerinde çamdan yapılmış filler, kediler.





- «Polonya'dan getirmiştim,» diyor, Rüçhan Adlı... Önce havadan - sudan konuşuyoruz. Sonra «Efsane» haline gelen Türkan Şoray'ın «yaratıcısı» na, «Tanışmanızı baştan anlatır mısınız?» diye sordum. Rüçhan Adlı, tanışmanın tarihini kesin olarak söyleyemedi:

- «Eylül 1962 olacak. Milan (İtalyan takımı) maçından iki ay önceydi... Tarabya'da bizim çocuklar kamp yapıyordu. Oraya gitmek üzere yola çıktım. Saat tam 11.30'du. (Bu sırada Türkan elinde viski bardağı, bizi dinliyor). Filmciler de bizim filmimizi çekiyordu...»

Bu sırada Türkan konuştu: «Ayhan Işık'la 'Küçük Beyin Kısmeti’ ni çeviriyorduk.»

Rüçhan Adlı devam etti:



- «Türkan, 'Başım ağrıyor,' dedi. Ben yanımda aspirin taşırım. 'Buyrun!' diyerek verdim. Su getirdiler. İçti. Baş ağrısı geçti. Ondan sonra, iki ay evine (adresini bir yerden almıştım) çiçek buketleri gönderdim şoförümle... Bir gün, annesi 'Hadi kalk Rüçhan Beye gidelim,» demiş. Ben L tribününde Galatasaray - Beşiktaş maçını seyrediyordum. Şoförüm onları getirince şaşırdım. Ramazandı. 1 - 0 mağluptuk. Türkan’ın ayağı uğurlu geldi. 1-1 olduk. İkisi de oruçluydu. Maçtan sonra, 'Buyrun Boğaziçi’ne gidelim, orucunuzu orada bozarsınız,' dedim. Beraberliğimiz böyle başladı. Bundan sonrasını biliyorsunuz.»

- «Sizin hala, resmen evli olmanız bize Carlo Ponti - Sophia Loren ilişkisini hatırlatıyor. Tıpkı onlara benziyorsunuz...»



- Evet. Bizimki de Katolik nikahı gibi bir türlü bozulamıyor. Bir kere şunu herkesin bilmesini isterim ki, ben Türkan’a rastlamadan önce karımla üç defa mahkemeye düşmüştüm. Türkan'a rastladıktan sonra ayrılmaya kalkmadım. Sonra, karım boşanmayı kabul etmediği için mahkeme 'ayrı yaşama' karan verdi. Benim nafaka vermeme de karar verilmişti. Her ay öderim. Ayrıca oğlum Şevket de annesiyle beraber oturur. O da annesine yardım eder. Avukatım size bu hususta daha geniş bilgi verebilir. Mahkemeden aldığım 'ayrı yaşama' ilamım gösterebilir. Hukuken ilk imkan olduğu zaman Türkan ile evleneceğiz. O zaman Türkan sinemayı bırakacak. Evinin hanımı olacak...»





Bu sırada Türkan’a, gözlerine baktım. Hiç konuşmuyordu. «Hayır» veya «evet» manasına gelecek bir hareket yapmadı. Rüçhan Adlı konuşuyordu, Türkan Şoray susuyordu. Bu sırada Rüçhan Adlı, «Türkancığım bana bir bardak su verir misin?» dedi.

Türkan salondan çıktı.

Rüçhan Adlı, «Tam Osmanlı kadınıdır. Sadık, hürmetkar...»

Türkan, bardağın altından tutarak uzattı; Rüçhan aldı ve içti. İçene kadar Türkan, «el pençe divan» durdu... Bardak boşalınca saygılı bir şekilde aldı, geri geri gidip kayboldu. Tekrar gelip karşımıza oturdu. Rüçhan Adlı'da mide rahatsızlığı olduğu için viski içemiyor- du. Türkan’dan, konuşmamız sırasında iki defa su istedi.



Rüçhan Adlı devam etti: «Biz evliden fazla evliyiz! 'Yarın filme gitme, bırak bu işleri', desem gitmez. Saat 19'dan sonra çalışmaz. Ben mağazayı aynı saatte kapatırım. Eve hemen hemen aynı dakikalarda geliriz. Evine, eşine düzgün tam bir Türk kızıdır. Ufacık bir münakaşamız bile olmaz.»

- Yılda bir milyona yak m kazandığı için hakkınızda dedikodular çıkıyor. Güya siz onun parasını kullanıyor muşsunuz!»



- Ben Türkiye’nin ikinci büyük firmasıyım, yedek parça ithalatında. Ben, Türkan’ın bir yılda kazandığı kadar vergi veriyorum. Türkan bütün kazancını kendi hesabına bankaya yatırıyor. Ben onun bonolarını kendi hesabıma kullanmıyorum. Zaten evde, ödenmemiş 175 000 liradan fazla bono var. Onun iki mali müşaviri vardır. Defterlerini size gösterebilirim. Ben 25 yaşında, o da 45 yaşında değil ki! Ben Türkan’ın jigolosu olamam ki. Türkan'a ileride gelir getirecek bir sinema yaptırmak istiyoruz. Sonra da gene gelir getirecek bir iş hanı, öldükten sonra vakıf olarak bir hayır kurumuna kalacak şekilde olmasını istiyoruz.»





Türkan hep dinliyor. Hemen hiç konuşmuyordu.

Rüçhan Adlı «para» meselesinde çok hassastı. «Kadının eşiği altın bile olsa atlar geçerim ben,» dedi. «Onun gençliği, güzelliği, bana olan bağlılığı önemli. Son çıkan haberlere de inanmayın. Bir gün bile evinden dışarıya adım atmadı. Bunları maksatlı olarak uyduruyorlar.»

İkinci suyu Türkan'ın elinden içtikten sonra konuştu. Daha doğrusu konuşmasına devam etti. Bir aralık biyografisini sorduk. Öyle ya! Herkes Türkan Şoray'ı biliyordu, tanıyordu, ama Rüçhan Adlı’yı bilmiyordu:



- «1922’de İstanbul’da, Rumelihisarı'nda doğdum. Babam Beşiktaş Emniyet Amiriydi. (Ne tesadüf: Türkan'ın babası da polistir). Emniyet’ten ayrıldıktan sonra avukatlık yaptı. Annem Fahriye Adlı, babam Şevket Adlı... İkisi de hayatta değil efendim. İki ablam, benden dört yaş küçük erkek kardeşim var. İlkokula Galatasaray’ın Ortaköy kısmında başladım. 11 yaşındayken babam öldü. Çalışmaya, ailemi geçindirmeye mecbur oldum. Bir akrabamın yanında otomobil yedek parçası satıyordum. 17 yaşımdayken annem, 'Oğlum senin için sakladığım sermaye!' diyerek bana para verdi. O sermaye ile işe başladım. 18 yaşımda evlenmiştim. Oğlum Şevket bugün 21 yaşındadır.»



Masanın üzerinde bir çiçek vardı. Bir firmadan, yeni filmine başlayışından dolayı Türkan Şoray'a gönderilmişti. Türkan Şoray hem bu çiçekle oynuyor, hem de bizi dinliyordu. Bir ara gözleri yaşlandı. Bana ağlar gibi geldi. Sordum.

- «Film seti dışında ağlayamam. Göz yaşlarımı filmlere sarf ettim. Gözlerim rahatsız da ondan,» dedi.

Rüçhan Adlı ile konuşurken Türkan, foto muhabirimize resim çektirmek için sık sık yukarı kata çıkıyor, makyaj yapıyor, saçını tarıyor, elbise değiştiriyordu. Hem bu sebepten, hem de Türkan’ın Rüçhan Adlı yanında konuşmak istemeyişinden dolayı (bu adetini çok eskiden beri biliyorduk) meşhur yıldızla uzun uzun konuşamadık. Ora sadece evlilikleri ve gelecekteki durumları hakkında kısa bir soru sorabildik. Gözlerinde biraz endişe, biraz merak, biraz da korku vardı. Konuşmamız bundan sonra mecburen başka konuya geçti: İyi filmde oynamak konusuna...



Türkan, «Lutfi Akad’la iki film çevirdim: 'Ana' ve 'Vesikalı Yarim'. Bundan sonra, film sayısını azaltacak ve hep 'en iyi’ rejisörlerle çalışacağım. Bana yapılan tekliflere karşı, sadece iyi senaryo değil, iyi rejisör isteyerek karşılık vereceğim. Az film çevirip daha yüksek ücret alacağım. Türk sinema tarihine kalacak eserler bırakmak istiyorum. Artık para için, verilen her rolü kabul etmeyeceğim. Sinema hayatımın sekizinci yılında öyle bir yere geldim ki artık, pasif kalamam. Bundan sonra hep armağan kazanacak kuvvette filmler yapacağım.»

Saat 24'e gelmişti. Dört buçuk saatten beri konuşuyorduk.

- «Bir efsane haline geldiniz. Mübalağalı, sisler arkasında geçen bir hayat... Bir gerçeğe karşılık, bin hayal... Bu efsaneden memnun musunuz?»



Türkan Şoray konuştu: «Üç gün, sabahları saat 6'da kapıma gelen kadınlar var. Kucağında çocuğu ile geliyor. Ona beni göstererek: 'İşte Türkan Şoray!' diyecek... Gitsinler diye bekliyorum. Fakat saat 9'da evden çıkıyorum. Sete gitmek şart... Beni görüyorlar. Sanki Meryem Ana'yı görmüş gibi memnun oluyorlar. Bu sevinç beni de sevindiriyor. Evime portakal sepetleri, küpeler, yüzükler, bebekler, çiçekler gönderiyorlar. Ardı arkası kesilmiyor bunların... Yollarda durup etrafımı çeviriyorlar, alkışlıyorlar, sevgi gösterilerinde bulunuyorlar. Bunlar beni mutlu yapıyor. Efsane haline gelmek, mitolojik varlıklara benzemek güzel değil mi? Varsın hakkımda yanlış şeyler de söylensin... Milyonlarca insan beni seviyor ya... Herkes bir kişi tarafından sevilir, mutlu olur. Ya ben? Beni sevenlerin çokluğu beni hep rüyalar ülkesinde yaşatıyor... Hala rüya gördüğümü sanırım. Bir türlü inanamam... Ama, gerçekten bütün bunlar beni, hayatım boyunca saadet içinde bırakacak... Aslında gizli, kapaklı bir hayatım yok... Sadece kalabalıktan, insanlardan kaçıyorum. İşte hepsi o kadar...»



Kapıdan çıkarken aklıma, «İlahlar yalnız yaşar» sözü geldi. Mitolojideki ilahlar ve ilaheler gibiydiler ikisi de... İnsanlardan uzakta yaşıyorlardı. Yakında daha uzaklara gidecekler, yüksek duvarlar arkasındaki köşklerde yaşayacaklar ve mesut bir yuva kuracaklardı...

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 12. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir