Yılmaz Güney “En Kuvvetli Benim” Diyor




Taksim’de, Aydede Caddesinde, «Kıvılcım» Apartmanının en üst katındayız. Yılmaz Güney – Nebahat Çehre çifti burada oturuyor. Köşedeki «şömine»nin üzerinde son Antalya Film Festivalinde kazandığı «altın portakal taşıyan kadın» heykeli duruyor. Saat 19.00 suları… Yılmaz Güney, birkaç gün sonra, Duygu Sağıroğlu ile başlayacağı filmin senaryosu üzerinde çalışmak üzere «Duyguların evine» gitmiş. Bunu, eşi Nebahat Çehre söyledi. Yılmaz’ı beklerken konuşuyoruz. Nebahat Çehre, Yılmaz Güney’le evlendikten sonra çok değişmiş.



Bir «koca»nın aynı zamanda «hoca» olması gerektiği; kişilik sahibi bir erkeğin eşine sağladığı faydayı gözümüzle görüyoruz. Sinema sanatı üzerine o kadar sağlam fikirleri var ki, hayret ettik. Artık sadece Yılmaz Güney’le (o da yılda üçü geçmemek üzere) filim çevirmeye kararlı. Birbirlerini sevdikleri belli. Evde Yılmaz Güney’in annesi de var.






Tıpkı oğlu gibi ince, esmer… Bir aralık «İnce Memed» den söz açıldı. Nebahat Çehre: «Osman Seden üç defa geldi, Yılmaz’ı İnce Memed’de oynatmak istiyor. Ona evvelce ‘boyacı çırağı’ diyenler de şimdi ‘iki filmine 130.000 lira verelim’ diye adamlar yolluyorlar. Benim gayem, önce Bebek sırtlarında bir köşk yaptırmak… Orada geniş bir arazi satın alıyoruz…» diyor, tatlı tatlı anlatıyordu…



Bu sırada Yılmaz Güney geldi, hemen sarılıp yanaklarımızdan öptü. Samimi, kalender… Konuşmaya başladık. Konu, son Antalya Film Festivali…

– «Mikrofonda, vakit olmadığı için söyleyemediğim şeyler var. Bir kere, Türk filmciliğini tanımıyorlar. Seçilen jüriler yetersiz. Türk filmlerini sevmeyen insan jüri üyesi olmaz. Jüri üyelerinden birinin bir gündelik gazetede yazdıklarını okudum. Oyun oynamanın ne olduğunu bilmiyor. Peşin hükümlerle role, oyuncuya bir sürü kara sürüyor.»






– «Bugüne kadar çevirdiğin filimler içinde en iyi film ve yerli sinemanın en iyi rejisörü?» sorusuna Yılmaz Güney:

– «’Hudutların Kanunu’, şimdiye kadar çevirdiğim filmlerin en güzeli… Lütfi Akad da, bence, Türk sinemasının en büyük ustası» diye cevap veriyor ve özellikle Lutfi Akad için:

– «Oyuncuları, olağanüstü bir güçle yönetiyor. Soğukkanlı ve bilerek… Filmlerinin en büyük özelliği, baştan sona kadar aynı tempo, aynı bütünlük içinde akıp gitmesi… Duygularına kapılıp mübalağaya kaçmıyor» diyor.

Yılmaz Güney, bundan sonra, «para kazanmak için» film çevirmeyecek. Bunu uzun uzun izah ediyor ve:






– «Lütfi Akad, Metin Erksan, Halit Refiğ, Memduh Ün, Ertem Göreç, Duygu Sağıroğlu, Atıf Yılmaz gibi rejisörlerle çalışacağım. İnandığım, güvendiğim sanatçılarla. Bugünlerde Duygu ile sonra Atıf ile birlikte film çevireceğim. Türk sinemasına, gerçeklere dayanan, halkı kandırmayan filmler vermek istiyorum. Zaten hissedar olduğum bir film şirketim var. Günümüzün hikayecilerinin kuvvetli eserlerini, milyonlarca sinema seyircisinin karşısına çıkaracağız. Böylece Türk sinema tarihine karşı olan borcumu ödemiş, bizden sonra gelecek kuşaklara, iftihar edilecek eserler bırakmış olacağım.






Gücümü de Antalya’da birinciliği muhalif bir jüri önünde bileğimin hakkı ile alarak gösterdim. Prodüktör beni oynatabilmek için en yüksek ücreti veriyor. Demek ki en iyi, en kuvvetli oyuncu benim. Çünkü halk tarafından seviliyor, her zaman onun desteğine dayanıyorum» diyor.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1967 TARİHLİ 27. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir