Yılmaz Güney ve Nebahat Çehre Ayrılıyorlar

Üzerine beyaz kuzu derisinden pahalı bir kürk giymiş, gözlerine de kocaman bir siyah gözlük takmış olan Nebahat Çehre, eniştesi avukat Yılmaz Savaşçı’nın Adliyenin tam karşısında bulunan yazıhanesine girdiği zaman saat tam 12.30’du. Günlerden de 6 mart çarşamba…

Eniştesi, Nebahat Çehre’yi hiç beklemediği bir anda karşısında görünce doğrusu hayli şaşırmıştı. «Hayrola?» dedi. «Bu saatte…»





Sözünü tamamlamasına meydan kalmadan Nebahat konuşmaya başladı. «Seni, teyzemi, çocuğu göreceğim geldi de...» Arkasından da hemen ilave etti. «Boşanmaya karar verdik. Davayı hemen bugün açacaksın.»

Odada uzun süren bir sessizlik oldu. Enişte - avukat öğleden sonra gireceği davaların arasında dosyalarını hazırlarken, Nebahat de kürkünü çıkardı, maroken koltuklardan birine yerleşti. Bu sırada yazıhanenin katibi odanın kapısını kapadı, kapının üzerindeki «meşgul» tabelasını da yaktıktan sonra kendi odasına geçti.



Konuşmayı enişte - avukat açtı. «Gene ne oldu?»

- «Daha ne olacak enişte... Artık iyiden iyiye geçinemez olduk. Her zaman kavga ediyoruz. Beraber yaşamamıza imkan kalmadı. Karşılıklı oturduk, konuştuk, o benim fikirlerimi kabul etti, ben onunkileri. Dostça, birbirimizi kırmadan ayrılmaya karar verdik. İnşallah böylesi ikimiz için de hayırlı olur.»

Aynı gün öğleden sonra, enişte - avukat çantasında Nebahat Çehre'nin Cağaloğlu'ndaki 8'inci Noterden verdiği vekaletname olduğu halde Adliye Sarayı’ndan içeri girdi. Saat 15.10'du.





Davanın 6'ncı Asliye Hukuk Mahkemesinde açılması 20 dakika kadar ya sürdü, ya sürmedi. Böylece, «Yeşilçam'da evlilikler uzun ömürlü olmaz» kaidesi bir defa daha gerçekleşti.

Oysa Yılmaz Güney'in, Nebahat'e yazdığı aşk mektupları hala hafızalarda...

- «Yavrum, sen benim kadınımsın... Dün akşamdan bu yana seni düşünmek beni yordu bebecim... Boynumda, kollarımda zincirsin sen yavrum... Yeryüzündeki bütün kağıtları senin isminle doldurmak istiyorum: Nebahat!... Nebahat!... Nebahat!...»





Şu bir gerçek ki. Yılmaz Güney, Nebahat ile evlendiği ilk günlerde çok değişmişti. Hayatı bir intizama girmişti. Gece hayatından el - ayak çekmişti. Hadise çıkarmıyordu. Sözün kısası sakin, dedikodusuz bir hayat yaşamaya başlamıştı.

Boşanma davasını açtıktan sonra konuştuğumuz Nebahat'e bütün bunları hatırlattığımız zaman sadece sustu. «Yılmaz gene eski hayatına mı döndü?» diye ısrarla sorduğumuz soruya ise şu cevabı vermekle yetindi. «Niçin ayrılmak zorunda kaldığımızı bütün sebepleriyle o açıklasın» dedi. «Bu ayrılıktan beni mesul tutacak kadar mantıksız bir erkek değildir Yılmaz. O zamanlar Yılmaz'ı çok sevmiştim. Nikah memurunun karşısına bütün benliğimle «evet» diyerek çıkmıştım. İnkar edemem. Yılmaz'ı hala da seviyorum. Fakat bir yerden sonra bir kadın kocasından, aşktan da öteye bazı şeyler istiyor.»



- «Biraz daha açık konuşur musunuz?»

- «Bu konuda fazla konuşmak istemiyorum. Her şeyi Yılmaz söylesin. Saygılı bir evliliğimiz oldu. Ayrılsak da bu saygının devam etmesini arzuluyorum.»

Konuşmasından anladığımız kadarıyla Nebahat ayrılmakla ayrılmamak arasında şiddetli bir bunalım, kararsızlık içinde bulunuyor, üzüntü duymasına rağmen çeşitli nedenlerin etkisi altında kendini ayrılmaya mecbur hissediyordu.

Ve... Yeşilçam'da bir aşk ateşi daha küllenmiş, büyük bir aşk daha mahkeme koridorlarına doğru yola çıkmıştı.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 12. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir