Sami Hazinses Unutuldu



Nasıl başlamalı, önce hangisini anlatmalı. Çaresiz, yıkık halinden mi söz etmeli, tek göz odadan ibaret evinden mi, yoksa «iki yıldan beri pek az iş alıyorum ağabey,» deyişinden mi; yoksa, «Ben bu işe gençlik yıllarımı vermişim sinemadan koparsam ne iş yaparım, ne iş tutarım bu yaştan sonra?» derken yüzünde beliriveren o tarif edilmez, kaleme gelmez çaresizlikten mi?





Sami Hazinses'ten, hani şu iki yıl öncesine kadar yerli sinemanın «tuzu- biberi» olan birkaç artistinden biri olan o ufacık, tefecik komedyenden bahsediyorum. Bu «tuzu - biberi» tabirini mahsus kullandım. 1962 yıllarında yerli sinema bugünkünden çok farklı türküler çağırıyordu. O yıllarda henüz «Killing» hazretleriyle tanışmıyorduk... Karaoğlan, Malkoçoğlu ve şürekası, yani kılıçlı kalkanlı kahramanlar henüz hayalhanelerdeki tahtı terk edip yerli sinemaya teşrif etmemişlerdi... İtalyanlar'ın Amerikalılardan kovboy filmi yürüttüğünü duymadığımız için bunca yılın Feridun Çölgeçen'ini, ya da Muzaffer Tema'sını «Sherif» rolüne çıkarmayı akledemiyorduk. Henüz o zamanlar Yeşilçam sokaklarında salon komedileri kol gezerdi ve her yemeğe katılan tuz - biber misali birkaç isim de (Ahmet T. Tekçe, Hüseyin Baradan, Hulusi Kentmen, Öztürk Serengil, Serpil Gül, Suna Pekuysal, Necdet Tosun, Suphi Kaner, Sami Hazinses) hemen hemen her filmde karşımıza çıkardı.





Ahmet Tarık öleli yıllar oldu. Sinemalarda yer göstererek işe başlayan, sonunda başrole çıkan Suphi Kaner tamamen yıkılmış bir adam olarak sığındığı bir arkadaş evinde intihar etti. Yoksulluk günlerinde ısınmak için oturduğu semtin çcp kutularının tahta kapaklarını yaktığını itiraf eden Öztürk Serengil bugün ancak azmi sayesinde ayakta durabiliyor. Ama sinemada değil, gece kulüplerinde. Pekuysal kürkçü dükkanına, tiyatrosuna döndü. Serpil Gül, karabatak misali yılda birkaç filmde şöyle bir görünüp kayboluyor. Hulusi Kentmen'le Hüseyin Baradan önce direnmeyi denediler ama baktılar ki olmayacak bir tiyatro trupu kurup diyar diyar dolaşmaya başladılar. Necdet Tosun eskisine oranla çok az film çeviriyor. Peki ya Sami Hazinses...





- «Belki duymuşsunuzdur ağabey,» diyor. «Müziği çok severim. Eh, biraz nota da bilirim... Mümtaz Alpaslan film yapacakmış. Sene 1958. Film için bir şarkı lazım olmuş, araya bir arkadaş girmiş. Uzatmayayım, yazıhanesinde buluştuk. 'Yapar imsin?’ dedi 'Yaparım' dedim. Besteyi götürdüğüm gün 'Oynar mısın' dedi. 'Oynarım' dedim. İşte böyle başladık. Günden güne şöhretim arttı. Artan şöhretle ücretim de yükseldi tabii... İlk filmimde sadece 300 lira beste parası almış, bedavaya oynamıştım. Fiyatım 6.000 liraya kadar çıktı. Aranıyor, seviliyor, tanınıyordum. Sonra aniden işler kesildi. Her halde sinemanın içinde bulunduğu krizden olacak...»





Bir şarkısını Zeki Müren radyoda okumuş, beş şarkısı da plak olmuş. Sami Hazinses kısacık boyuyla içi - dışı his dolu bir adam. Konuşurken sık sık 'Ahmet Tarık' diyor 'Suphi' diyor, göz pınarlarındaki yaşları silerek, «Setlerde beraber tuz - ekmek yedik; aynı meşakkati çektik.» Arada bir başını kaldırıyor, bir şey söyleyecek gibi oluyor ama hemen vazgeçiyor. Oysa ben duyuyorum dediklerini, duyar gibi oluyorum. «İyi ki gittiler, iyi ki gidip bu günleri görmediler.» diyecek.

Bugün Sami Hazinses yerli sinemanın içinde bulunan krizden en çok şikayetçi olanlardan biri... Her sözünün sonunda, «İnşallah düzelir, inşallah gene eski mutlu gönlere döneriz,» diyor.

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1968 TARİHLİ 14. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir