Tamer Yiğit’in Sevgilisi Dagmara’nın İntiharı




Ziverbey’de meşhur Arap Cevdet Beyin büyük köşkünün koru gibi bahçesinde, çam ağaçlan altında, bilmem kaçıncı «Louis» stilindeki, yaldızlı, mermerli masanın üzerine bir nikah defteri koymuşlar. Masanın etrafında da tam 5 koltuk var: Gelin, damat, nikah memuru ve iki şahit için..

Davetliler takmış takıştırmışlar; bu zengin düğüne koşmuşlar. Orkestra, Mendelson’un «Düğün Marşı»nı çalmaya başlayınca, herkesin başı, mermer merdivenlere çevrildi. Bembeyaz saçlı, koyu esmer tenli ev sahibinin sarışın oğlu, kolunda gelin olduğu halde merdivenlerden inmeye başladı. Arkalarından gelinin eteklerini taşıyan iki kız çocuğa ve hısım – akraba bahçeye dökülüverdi. Gelinle – damat, yerini aldı. Şahitlerle nikah memuru gelince, koca bahçede çıt çıkmaz oldu. Nikah memuru konuşurken, gelinin kalın tüller arkasındaki yüzü görünmüyordu, ama damat, memuru asık yüzle dinliyordu.






İmza faslından sonra, her zamanki sözler söylendi. Damat, gelinin duvağını açıp onun iki yanağına, kaçamak birer buse kondurdu, öpüşmeler, kucaklaşmalar, derken, o günlük çalışma bitti.

Rejisör Ülkü Erakalın’ın daha «Bugünlük iş tamam» demesini beklemeden damat rolündeki Tamer Yiğit’in bahçe kapısındaki Chevrolet’ine doğru hızlı adımlarla yürüdüğünü gördük. Sette bulunan kimseye. Allahaısmarladık bile dememişti.

– «Hayrola, ne oluyor? diye sağa, sola sorarken, filmdeki şahitlerden birini oynayan Bedia Muvahhit kulağımıza eğildi:






– «Tamer’in Alman kız intihara teşebbüs etmiş,» dedi. «Şişli Etfal Hastanesine kaldırılmış. Tamer şimdi onun yanına gidiyor.»

Bedia Hanım’ın cümlesini bitirmesini beklemeden, bu defa biz, Tamer’in peşinden seğirtiyor ve aynı anda otomobile kapağı atıyorduk.

Yolda, olayın teferruatını, en yakın ilgili olarak Tamer’in ağzından dinledik:

– «Dagmara’nın bir süreden beri sinirleri bozuktu» diye söze başladı Tamer. «Dönüş vakti yaklaşıyor diye üzülüyordu. Dün sabah sete giderken, ‘Biliyor musun ben Selda Alkor ile evleniyorum’ deyiverdim. Dondu kaldı. Halinde bir gayrı tabilik sezdim ama, gecikmiştim, fazla meşgul olamadım. Çıkış akşam üstü, dönüş, gece yarısı. Bir de eve gelince ne göreyim. Annem kendini yerden yere atıyor. Dagmara ise, ölü gibi yerde yatıyor. Meğer, bir tüp uyku hapını yutmamış mı?»






Tamer, Dagmara’nın perişan halini görünce çılgınlara dönmüş; onu kucaklayıp arabasına attığı gibi Şişli Çocuk Hastanesi’ne yatırmış. Bakmışlar ki Dagmara’nın yuttuğu haplar, 1.75 boylu kızın o saf Cermen kanına çoktan karışmış..

– «Midesini yıkamak faydasız. Kalbinin kuvvetlenmesi için iğne yaparız ve hayatını Tanrı’ya emanet ederiz!» demişler. Tamer, sabaha kadar kabuslar içinde uyumuş, uyanmış.. Ama sabah mecburen önce filmin çevrildiği köşkün yolunu tutmuş.






– «Meğer Dagmara, benim Selda Alkor ile sahiden evleneceğimi zannetmiş» diye söze devam etti, «Onun İngilizcesi de zayıf, benimki de… Benim sözlerimi gerçekten nikahlanıyorum manasına almış ve kendine yol göründüğünü sanarak uyku haplarım yutmuş. Bereket versin kızın bünyesi kuvvetli de ölümü atlattı. Sonra ben, anasına, babasına karşı nasıl hesap verirdim? Herkes:

– «Tamer, Alman kızının katili oldu!» der ve sinemadaki hayatım mahvolurdu..

– Bunun için geçmiş olsun. Ya Sevda hakkında ne düşünüyorsun Tamer?



– «Sevda mı dedim? Ben artık öyle bir kadın tanımıyorum! Benim otomobilimi Turizm Oteli önünde görüyor; benim havuz kenarında olduğumu söylüyorlar, fakat o, nispet olsun diye, koluna Fikret’i takıp, karşıma geçiyor. Eğer Sevda, gerçekten aşkın ne olduğunu bilseydi, benden ayrılır ayrılmaz Fikret’e kapılanmazdı.»

Tamer bir sigara yaktı, dumanlarını savurdu. Gözleri dalmıştı:

– «Sevda’ya verdiğim emeklere acıyorum. Alman kızının entrikasız, saf aşkını gördükten sonra onun menfaatlere dayanan sevdasının mahiyetini daha iyi anladım. Batılı kadın, tam bir dost, candan arkadaş olabiliyor. Doğu kadım karakterini taşıyanlar ise, ya hizmetçi ya da müstebit bir sultan olmak sevdasında… Neyse, artık Sevda gibilerinden bucak bucak kaçacağım.»



Tamer Yiğit, «gerisini» söylemeden, birçok şeyleri, birçok kimseler Yeşilçam’da biliyordu. Ama, biçare Dagmara, Yeşilçam’ın «Bizans entrikaları»na benzeyen dalaverelerine bir türlü akıl erdiremiyor, güzel gözleri hayretle açılarak bizi dinliyordu.

– «Sakın artık yanlış anlamayın. Tamer Sevda ile de, Selda ile de evlenemez!» dedik ve Cermen ırkının san saçlı, mavi gözlü dilberine veda edip ayrıldık.

Eğer anne ve babası izin verirse Dagmara bir ay daha İstanbul’da kalacak ve yerli sinemayı daha tanıyacak…

ALINTI: SES DERGİSİ’NİN 1967 TARİHLİ 34. SAYISI



Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir